İnsanların, şiddet ya da şiddete teşvik içermeyen düşüncelerini, fikirlerini, başlarına birşey gelme korkusu yaşamadan açıklayabilmelerine, yayabilmelerine, propagandasını yürütebilmelerine ifade özgürlüğü deniliyor.
Bu özgürlüklerin meri olduğu ülkeler de "demokrasinin bütün kurum ve kurallarıyla işlediği gelişmiş ülkeler" kabul ediliyor.
Medya aygıtları, ifade hürriyetinin en yaygın biçimde karşılık bulduğu (ya da bulmadığı) mecralar...Tabii işin içinde bir de "halkın haber alma özgürlüğü" meselesi var.
Gazeteci; olup bitenleri, eğip bükmeden, tahrif etmeden, çarpıtmadan haber haline dönüştürüp, bu ürünü halka sunan kişi...
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 28. maddesinde de "Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır" deniliyor.
Buraya kadar yazdığım teorik bilgiler,hemen hemen kimsenin itiraz etmeyeceği klişelerden oluşuyor, yani sorun yok. Sorun, uygulamada yani pratikte boy gösteriyor.
İfade hürriyetini, Basın hürriyetini kullanmanın bir sınırı var mı? Anayasanın yine 28. maddesinde şöyle bir hüküm var mesela: "Devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya devlete ait gizli bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri uyarınca sorumlu olurlar."
Gazetecilerce bu hükmün üzerinde fazlaca tartışıldığını düşünmüyorum. Yani pek itirazı olan yok. Yasaları reddettiğimizi söylemiyoruz, "uymak zorunda değiliz" demiyoruz ama olguları ya da olayları ele alırken, kalıp haline getirilmiş retoriklerle hüküm vermeyi tercih ediyoruz.
Misal, "Bir ülkede gazeteciler tutuklanıyorsa..." diye başlayan bir retorik var. Bu cümle tamamlandığında ya gazeteciliğin kutsal bir meslek, gazetecilerin de yasalar önünde layüsel (mesuliyetsiz, dokunulmaz) olduğunu kabul edeceksiniz. Ya da susacaksınız ki, kimse sizi kınamasın.
Ülkede hukuk düzeni yalnızca gazetecilere değil, hiç kimseye haksızlık yapmayacak biçimde işlesin. Talebin bu olması gerekirken, "Gazeteciler (eğer bizim mahalledense) ne yaparsa yapsın dokunulmamalı" gibi bir hak ihdas edilmeye çalışılıyor.
Can Dündar vakasında (Erdem Gül de tutuklandı ama adını pek anan yok) meslek örgütlerinin "Adalet biran önce tecelli etsin" ya da "yargılama tutuksuz yapılmalı" gibi anlaşılabilir talepler yerine, "haber yaptıkları için tutuklandılar" " Hukuk katledildi" vs sloganlarla ortaya çıkmaları doğru bir yaklaşım olarak görünmüyor.
Diyelim, "Ne yazarsa yazsın, gazeteciler hakkında soruşturma açılamaz" diye tartışmasız uymak zorunda olduğumuz bir ilke var. O zaman "neden sadece belirli dönemler ve belirli isimler" sorusuna cevap bulmak gerekiyor.