28 Mart 2024, Perşembe Web TV Foto Galeri Sosyal Medya Mobil Uygulamalar Arşiv
 
 
Erdal Çil

Işık yanıyorsa ebe vardır

                                            IŞIK YANIYORSA EBE VARDIR

Muğla merkezden yaklaşık iki saatlik uzaklıkta bir köydü. Yanımda, ilçenin sağlık grup başkanı olan bayan hekim arkadaşımız da olduğu halde bu civardaki köylerde bulunan sağlık evlerini ve buralarda görev yapan sağlık personeli arkadaşlarımızı ziyaret etmeyi özellikle ben istemiş ve zahmetli sayılabilecek bir yolculuk sonrası köye varmıştık. Sabahleyin Sağlık Grup Başkanlığına uğradığımda, Grup Başkanı, aracımızı değiştirmemizin yararlı olacağını, benim müdürlükten çıktığım araç ile bu köylere ulaşmamızın mümkün olamayacağını, bu yüzden kendilerinde olan seksenli model bir reno marka araç ile gitmemizi o söylemişti. Gerçi o araç ile bile epey zorlanmıştık. Bereket şöförümüz buraları bilen, tecrübeli biriydi ve yol boyunca da çevre ile ilgili, meslekteki eski hatıraları ile ilgili bir hayli bilgi aktarmıştı bize.

Şöför, göreve yeni başladığı yıllarda, daha eski bir aracın yeni verildiği zamanda yine buralara tarama ve aşı çalışmaları için geldiklerini, aracın yeni olmasından dolayı az önce yine tekerleğin altına birkaç kaya parçası yerleştirerek geçebildiğimiz derenin o zamanlar ki haline bakıp yeni araca kıyamadığını, hemşire arkadaşlarını orada bırakıp, iki saatlik bir yürüyüş ile köy muhtarına ulaştığını, onun bir atın çektiği bir at arabası gönderip hemşire arkadaşları aldırdığını, o kadar güzel ve sanki yeniden yaşarcasına anlatınca biz de sıkılmadan dinlemiştik yol boyu. O zamanlar aşılama çalışmaları için ulaşım şartlarından dolayı çoğu zaman bir çıkışta, aynı güzergahtaki birkaç köyü bitirmek zorunda olduklarından geceyi köylerde geçirdiklerini, bayan hemşire arkadaşlarının, genelde muhtarın evinde ailesi ile beraber kalırken kendinin de köyün bekar imamı, öğretmeni veya başka bir ailenin evinde misafir kaldığını, o yüzden hangi köyün daha misafirperver, hangisinin hangi yemeğinin daha güzel olduğu gibi bilgilerini, bilgiç edasıyla pek de güzel dinletmişti.

Köyün girişinde genç muhtar ve yardımcılarından birkaç kişi karşılamışlardı. Köy, tam bir gizli bahçe gibi saklanmış, içine girinceye dek gizlediği güzelliklerini adeta şimdi paylaşıma açmış gibiydi. Köy, içme suyu sıkıntısı çekmeyen nadir köylerimizden olmasının yanı sıra köyün en az üç yerinde dağdan inen suların oluşturduğu pınarın coşkun şırıltıları insanı mest ediyordu. Suyun olduğu yerde her şey olur derler ya, köy ziraat yönünden de oldukça makbul, bereketli bir köydü. Muhtarın da genç ve çalışkan olmasının etkisi vardı elbette. Eski binaların yerine yeni dikilmiş, beton ve tuğla kullanımlı yeni binaların sayısı bir hayli fazlaydı. Bağlantı yolunun aksine köy içi yollar daha muntazamdı ve taş döşeliydi. Köydeki bu kısa sunumdan sonra sağlık evini merak etmiş ve oraya doğru yönelmiştik.

Sağlık Evi, köyün oldukça dışında, küçük bir tepenin üzerinde, basit, tek katlı, bizim tip projelerden, yığma şeklinde yapılmış çok da eski sayılmayan, on beş-yirmi yaşlarında bir binaydı. Sağlık Evinin köye uzaklığından bahsedince muhtar; biraz da mahcubiyetinden olsa gerek, evin tepede olmasının köylünün işine geldiğini, sağlık evinin ışığının yandığından, ebenin evde olup olmadığını tahmin edebildiklerini falan söyleyip biraz hafifletmeye çalıştıysa da bizleri, buraya özellikle yaşlıların nasıl çıkabildiklerini, özellikle gece geleceklerin korkup korkmadıklarını falan sorduğumda muhtar derince bir of çekip: “aslında, müdürüm, biraz para bulsam, aşağı benim evin hemen yanına taşıyasım var ebeyi ama…” dedi. Muhtar iyi niyetliydi, en azından sıkıntıyı bile dertlenmesi sevindirmişti beni.

Sağlık Evine çıktığımızda bizi kapıda karşıladı ebemiz. Otuz beş yaşlarındaydı. Eşi, ilçede özel bir şirkette çalıştığından ve köy de çok uzak kaldığından, haftada birkaç gün ancak gelebiliyormuş evine. Sağlık evinin odalarını gezerken, odaların tertemiz ve derli toplu oluşu dikkatimden kaçmadı. Yalnız, gerek mutfakta, gerekse banyo ve tedavi odalarında plastik su kovaları ve plastik taslar da dikkatimden kaçmamıştı. Sordum ve o acı gerçeği öğrendim. Köy, az öncede bahsettiğim gibi içme suyu problemi olmayan bir köy idi ve köyün

meydanında bile şıkır şıkır akan sular bulunmasına rağmen sağlık evinin içinde su yoktu. Eve, ebe taşımak suretiyle su getiriyor, temizliğini, içeceğini taşıdığı sularla yapıyordu!

Şaşkınlığımı, muhtarın tahmin ettiğini gördüm. Aslında evde mutfak ve diğer bölümlerde su tesisatı var gibi görünse de aslında su tesisatının olmadığını, evin yapılışına tanık olan eski muhtarın konuyu bildiğini, kaymakama birkaç kez bu iş için gittiğini, sonuç alınamayınca da en yakın bir evden sağlık evine hortum uzatıldığını söylerken muhtar; ebemiz de hortumun şimdi olmadığını, sık sık eskiyip delindiğini ve epey de uzun olduğundan pahalıya alındığını, zaten sağlık evi de tepede, yukarıda olduğundan suyun basıncının yeterli gelmediğini bu yüzden kimseye eksikli kalmamak adına gidip kova ile su taşımasının kendi için biraz da spor olduğunu söyledi tebessüm ederek.

Bu binalar nasıl teslim alınır, bu şekilde nasıl kullanımına göz yumulur, böylesi bir eksikliğe rağmen, temizlik için olmazsa olmaz su yokluğunda bir sağlık evinde nasıl temiz bir sağlık hizmeti verilirdi? Şaşkın, bir o kadar da öfkelenmeye başlamıştım ki, ebenin sesi yatıştırmıştı beni. “Bereket, muhtarımız çok iyi ve çoğu zaman suyun taşınmasında kendi çocuklarına bile sıkı sıkı tembihlerde bulunuyor. Ben onların evinin bir parçasıyım ve sağ olsunlar müdürüm, çok iyiliklerini görüyorum!”

Şikayet yoktu yine de. Uğruna çalıştığı devleti, bir evini bile doğru dürüst yapamamışken, içecek bir damla suyu dahi yokken, ailesi olmasına rağmen, köy uzak diye eşini bile göremiyorken, bu personelimiz yine de tevekkül ediyor, şükrediyor; sağlığın o bembeyaz zeminindeki nazlı hilalli bayrağını dalgalandırmaya devam ediyordu.

Az sonra, şaşkınlığım ve hayranlığım bir kat daha arttı!

Ne yapabiliriz üzerine konuşurken evin önünde, içeriden bir ağlayan çocuk sesi geldiğini duyduk. Ebe tebessümle izin isteyerek, çocuğunun uyandığını belirtti ve içeri girdi ilgilenmek için. Muhtar bu arada koluma girip beni biraz öteye çekerek, ebenin çocuğunun henüz üç yaşında ve çölyak hastası olduğunu, sık sık tedavi için ebenin İzmir’e gidip geldiğini, eşinin çocuğun hastalığını kabullenmede zorlandığını, ama ebenin tüm bu zorluklara rağmen çok inançlı olduğunu söyledi.

Sözler bitmiş, yerimde kalakalmıştım. Su tesisatı için muhtar işçiliğini yaptırabileceğini söyleyince ben de, elbette ki hemen talimat vererek bütün malzemenin temin edilmesini, birkaç gün içerisinde sağlık evinin su tesisatının yapılmasına vesile olduk. Olduk olmasına ama; tahmin ediyorum ebeye pek konforlu da gelmiştir yaptığımız ama, bitti mi sorunları oralardaki arkadaşlarımızın, gülebildi mi yüzleri bilemem?

Anneler günü ile beraber hemşireler haftasını kutladığımız bu günlerde benim aklıma yıllar önce gittiğim o köyler ve o köylerdeki ışıklar geldi takıldı aklıma. Işık yanıyorsa ebe vardır. Ya yanmıyorsa, ya yoksa, ya şehre, çocuğu için tedavi bulmaya gittiyse, ya kendi hastaysa, ya eşi ile tartıştıysa, ya, ya, ya….

Onlar, büyüklüğü ile övündüğümüz yurdumuzun karanlık köşelerinin aydınlık noktaları. Onlar o aydınlığın içinde hiç kendi kendilerine kalmayan, özellerini unutmuş, sağlık emekçileri. Kimi hastanelerde, kimi dispanserlerde, kimi her an her yerde, yanı başımızda, karşımızda, aklımızda, her sıkıştığımızda hep bizimleler. Evden yüzleri asık da gelseler, canları biraz sıkkın da olsalar ve birileri hiç gülmüyor yüzleri diyecek kadar da olsalar, yine de her tökezlendiğimizde uzanır elleri şefkatle. Halen söyleyecek sözleri, gülüverecek gözleri

ve bir yerlerde özledikleri mutlaka vardır. Keşke sadece hemşire olsalardı. Anne olmasalar, işci olmasalar, hasta olmasalar, acıkmasalar, susamasalar ve sadece mesleklerini yapabilselerdi ama olmuyor işte! Onların da özelleri oluyor, onların da sıkıntıları, beklentileri oluyor ve çok cılız, ama o köydeki ebenin edasıyla ve asla asık suratlı olamayız biz dercesine, sadece tebessümle dillendirir gibiler dertlerini.

Bazen elektrik kesildiğinde gözlerimle dağ başlarına yönelir ve bir cılız ışık ararım uzaklarda. Bulamazsam bir ışık, -ebe yok- hüznüne kapılırım. Bugün hastanelerimizde artık jeneratörlerimiz var, odaları aydınlık ama içleri kararmış, ufak bir ışıltıya muhtaç nice hastalarımızın başlarında koşuşturup duran, biz yatarken, biz uyurken, nöbet tutan hemşirelerimiz var. Bizim gözler uykulu, onların ışıl ışıl.

İyi ki varlar, ve iyi ki onları görüyorum ve onları seviyorum! Gün; anneliklerini bile unutan, ama içinde bulundukları tüm toplumun biricik anneleri olan ebelerimizin günü. Hafta, onların haftası. Diliyorum ki; gelecek günler, onların daha iyi anlaşıldığı, fark edildikleri günler olsun! Gelecek, öncelikle onların en sevdikleri varlıklarınca, çocuklarınca, eşlerince, aileleri, arkadaşlarınca ve sonra bütün toplumca anlaşıldıkları, işitildikleri güzelliklere eşlik etsin!

İyi ki ışıklar yanmada ve iyi ki onlar var!

21 Nisan 2015 Paylaş
 
Bu yazı için yapılan yorumlar ( 0 ) + Yorum Yaz

Yorum bulunamadı !..

 
facebook.com/HaberEgeli
 
Yazarın Diğer Yazıları
AVNOCA
BAHAR ÇİÇEKLERİ
ŞEHİR TAŞIYAN ADAMLAR (1)
ÇALIK KÖYÜNDEN DİYAR-I MENTEŞE’YE. MUSTAFA ÇALIK MUĞLA’DA.
KUMRU VE KADIN
CUMHURİYETE ÖZEL YÜZDE ELLİ
İLAHİ MİSYON
İKİ KİTAP
DARIYERİ İÇİNDE KİTAP OLAN KÜLTÜR ŞENLİĞİ
TÜRKÜLERLE UYANMAK
YÜZYILIN YANGINI
BAŞLIĞA GEREK OLMAYAN BİR YAZI
BEN SUSTUM, KİTAP SUSTU, KEMAL TAHİR KAYBOLDU
TATLI DİLLİ GÜZEL İNSANLAR
ADAY VE ADAY ADAYI DUASI
DEPREMİN DEPREŞTİRDİKLERİ
BİRİLERİ VAR
RODOS VE ONİKİADALARDAKİ TÜRK VARLIĞI (2)
RODOS VE ONİKİADALARDAKİ TÜRK VARLIĞI
CEZA HEP FUTBOLSEVERLERE
 

WEB TV Tüm videolar
Deplasmanda plasebo
 
Şeyhim kainata alışamadım
 
 
FOTO GALERİ Tüm galeriler
 
 
 
? Anket
Spor Toto Süper Lig 2022-2023 Sezonu Şampiyonu Kim Olur?
 
   
Spor Kent Haberleri Politika Ekonomi Yazarlar Sağlık Eğitim Asayiş Kültür Sanat Yaşam Dünya Magazin
facebook.com/haberegeli twitter.com/haberegeli Google+   Anasayfam Yap
Sık Kullanılanlara Ekle
Künye
Sitene Ekle
İletişim

© Copyrigth 2013 haberegeli.com tüm hakları saklıdır
  Sitemiz abonesidir