25 Nisan 2024, Perşembe Web TV Foto Galeri Sosyal Medya Mobil Uygulamalar Arşiv
 
 
Erdal Çil

BİZDE HÜZÜN, ONDA VUSLAT SEVİNCİ

Bugün en yoğun şekilde Kadir Gecesini aradığımız bir gün.

Allah (C.C.) bulanlardan ve kıymetini bilenlerden eylesin.

Muğla’da çok Ramazan ve çok Kadir Gecesi geçirdik ama birisi var ki unutulmuyor.

Unutmamıştım o geceyi ve kaleme almıştım. Erdal Menteşeoğlu ismiyle birçok sitede yayınlanmış, yabancı dile çevrilmiş, beğenilerek okunmuştu. İstedim ki yine böyle bir günde dualarınıza talip olma temennilerimle o yazımı ufak güncellemelerle tekrar paylaşayım.

“Anadolu’dan yeni gelmiş bir bürokrat arkadaşıma bir iftar vakti Anadolu kentlerinin birisinden bir telefon gelmiş ve sormuştu telefondaki ses: “ Muğla’ da Ramazan nasıl gidiyor? O da : “ Çok iyi Avrupa ‘da gibiyiz “ demişti de hoşuma gitmişti bu cevap…

Tabii Anadolu ‘da ki Ramazanlara alışan biri için Muğla ‘da Ramazanlar daha bir sessiz, renksiz ve gürültüsüz. Gece yarısı canavar korna sesleri, bozuk ve gürültülü egzoz sesli araçların sesleri serbest ama Ramazan Davulu yasaktı yıllardır.

Bulmak isteyen buluyordu yine neşeli ve renkli bir mekân.

Resmi ve özel kurumların birçoğu geleneksel hale getirdikleri iftar sofralarında gerek kendi personelleriyle gerekse kentteki hatırlı kişilerle bu vesile ile birlikte olabiliyorlar, birçok hayırsever de özellikle kentte okumak için bulunan öğrencilerin evlerinde ve yurtlarda iftar programlayarak bu günleri idrak edebiliyorlardı.

Öğrenci evlerinin bazıları medrese, dergâh şekline dönüştürülmüştü içerisinde kalanlarca. Sadece yatma, yeme gibi fizyolojik ihtiyaçların giderildiği bir mekân değil aynı zamanda okuma programları ile insana huzur veren, temiz, derli toplu yerlerdi buralar. Genelde birer liderleri vardı içlerinde adlarına imam veya vakıf abi denilen.

"İki kişi bile bir yola çıksanız, biriniz imam olsun, lider olsun“ kültürünün çocuklarıydık ya!

Hem bu kültür, saygı ve disiplini de beraberinde getiriyor, en delikanlı çağlarında gençler çok nefis organize olarak ruh ve nefis terbiyesi yanında derslerine de diğer akranlarına göre daha fazla zaman ayırabiliyorlardı.

Abi’ ye saygı esastı.

Bu kavramlar zaten bu unvan sahiplerine inanılmaz ölçüde olgunluk ve vakar veriyordu. Abi ve ablalar birden beş- on yaş büyüyor, gençliklerine rağmen sorumlu birer olgun insana dönüşüveriyorlardı.

Çoğu birer küçülmüş, küçültülmüş aile çocukları olmalarına karşın buralarda onlarca kardeşin abisi, ablası oluveriyorlardı. Kardeşlerinin başarıları onları da mutlu ediyor, başarısızlıklarında ve acılarında teselli makamı hep büyük olarak onlara düşüyordu.

Buralarda oturup- kalkmanın, yeme - içmenin, hatta konuşmanın bile bir adabı vardı. Bu adap, içindeki insanların edebinden kaynaklanıyordu.

"Ben güzel ahlakı tanımlamak için gönderildim" diyen Elçinin kardeşleriydi oradakiler.

Her vakit iyi ve güzel işler yapmak üzere planlamışlardı hayatlarını. Allah sanki kitabının Al-i İmran süresi 191. ayetinde onları tarif etmişti. " Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerine düşünürler.-Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru derler."

İşte o tarifteki işaret edilenler oralarda bulunup, hizmet edenlerdi. İnsanın içine bayağı düşüncelerin gelmesinin imkânsız olduğu yerlerdi o yerler. Akranlarının tüm derbederliklerine, genç yaşta tükenmişliklerine inat, olgun ve dinamiktiler buralardaki gençler.

Gürültünün kirliliğe dönüştüğü günümüzde öylesine sessiz ve edepliydiler ki...

Siyasetle, dünyayla pek işleri yok gibiydi buradakilerin. Bu dünya belki çoğumuza göre geçiciydi ama bunun gereğini bilerek ona göre davranmak, dışarıya bakınca sadece oradaki insanların harcı gibiydi. Dünya için değil, ahiret için adam yetiştiren, adam olmak isteyenleri görürdünüz oralarda.

İşte bu mekânlardan biri olan Muğla' daki medrese öğrencilerinden biriydi Harun. Kadir gecesi bir hayırsever abileri tarafından medresede verilen iftar sonrası artan yemekleri görerek aklına bir başka medresede kalan kardeşleri gelir ve teravih namazının ardından kendi ile beraber kalan Ercan ile beraber, o yemeklerden kardeşlerine de ulaştırmak için bir motosiklet ile yola çıkarlar.

An öyle bir andır ki ve Mevla o kadar güzel bir zaman seçmiştir ki medreseye iki yüz metre kala üzerlerinde abdestleri, ellerinde yemekleri canlarını teslim ederler.

Rab: büyüktür, merhamet ve kudret sahibidir. Bir tanesiyle yetinir, Ercan'ı okşar ve bizlere bağışlar. Gözümüz Harun ' un üzerindedir. Sanki gücümüz yetiverse onu da teslim etmeyeceğiz sanki. O bize Ercan'ı bağışlıyor ama biz yetmez diyor, Harun' u da istiyoruz geri.

Hastanede var güçleriyle hekim arkadaşlarımız kalbine çalışıyorlar. Hepimizin dudakları kımıl kımıl duada! Yüzlerimiz de öyle bir acz ve telaş var ki.... Gözlerim bakmaya kıyamayarak yüzüne yöneliyor Harun'un.

O öyle rahat ve huzurlu ki…

Yüzüne yansımış o huzur hali.

Çabalarımız da bizim gibi aciz ve cılız. O öylesine teslim olmuş ki sahibine, yapışmış ve artık ayıramazsınız beni der gibi.

Ayıramadık da nitekim...

Onu, O’ndan alıp getiremedik geri.

Hastane önünde tükenmişlik ve çaresizlik!

Gerçekten kaybeden bizlerdik, üzülmekte haklıydık bu yüzden.

Nelere katlanmamıştık ki, buna da katlanır ve devam ederdik. Hatta üzüntümüze anne-babasını, kardeşlerini, akrabalarını falan da ortak eder, birbirimize sarılır, teselliye çalışırdık. Bunların hiçbiri ilk defa yapacağımız işler değildi. Ama Harun o gün bir ilki başardı. Günde defalarca -Ekber- hitabı ile seslendiği makam tarafından buyur edilerek çağrıldı.

Bu davete hazırdı çok şükür. Onun için çok da sürpriz olmadı hani. Bu randevu ve kabul bize sürprizdi asıl.

Nereden bilecektik ki az önce bize yemek hazırlayan, su ikram eden, sohbetimize iştirak eden şu fani, az sonra Baki olan tarafından buyur edilecek ve bizlerden ayrılacaktı.

Bizde hüzün, onda ise vuslat sevinci…

Bayramda gidemeyeceğim memlekete, annem babamın yanına demişti. Her bayram gitmek, gidebilmek biz gibi gariban öğrencilerin harcı değil demek istemişti. Sizlerden ayrılmayacağız, sizinleyiz bu bayram demişti az önce yemekte.

Biz onunla mıydık şimdi?

Güzel gören güzel yaşıyor, güzel yaşayan da güzel ölüyordu. Şüphe yoktu ki güzel ölen de güzel haşrolacakdı.

Hastane bahçesine, duyan koşarak gelmişti. Tevekkül sahibi onlarca yüzde, Harun' a gıpta ile bakmayan yok gibiydi. Böyle mübarek bir gecede, ulvi bir hal üzere gidiş pek alışıldık bir gidiş değildi tabii çevredekiler için.

Sözler tükenmiş, ıslak gözlerimiz ile birbirimizi süzerek konuşuyorduk.

Gözlerim medrese sorumlusu Said kardeşe takıldı.

Öylesine doğal, öylesine metindi ki...

Diğer kardeşleri öyle güzel idare edip teselli ediyordu ki... Bir yandan Harun' un ailesine ulaşmaya çalışıyor, bir yandan defin hazırlıklarına girişiyor, diğer yandan da hastanede tedavisi süren Ercan ile ilgileniyordu.

Sanki bu işleri sürekli yaparmış gibi rahat ve kendinden emin…

Yüzünde hiç bir an bizimki gibi bir çaresizlik, tükenmişlik ifadesini ne o gün ne de ertesi günlerde asla hiç görmedim. Cenazenin ardından Harun 'un memleketine de giderken hiç tereddüt göstermedi. Kardeşleri organize etti, bir kısmını cenazeyle birlikte, bir kısmını cenazenin ardından Gaziantep'e gitmeleri işini organize etti. Nefis bir kriz yöneticiliği yaptı adeta.

Aslında ona bakarsan bu işlere kriz bile denmezdi. Ölüm Hak' dı ve her an hazır olmak gerekirdi. Ne dilinde ne de içinde asla - keşkeli - cümleler ve düşünceler yoktu. Gençti, aynı evde birlikte kalmışlardı rahmetliyle ama hiç bir zaman üzüntüsünü haline yansıtmadı. Çevresine ve sevenlerine karşı hep mütedeyyin ve mütebessimdi.

Nerede yetişiyorlardı bu Said’ler? Hangi okullardan, hangi medreselerden ders alıyorlardı? Böyle insanların böyle medreselerde, dergâhlarda sorumlu olmaları elbette tesadüf değildi. Biz ne zaman başımıza beklenmedik bir durum gelse ve bir kriz ortamı içinde bulsak kendimizi; panikler, şaşırır ve medet umar hale gelirdik birilerinden. En anlı şanlı büyüklerimiz bile eline kalem alır veya kendine uzatılan mikrofonlara eğitimsizlikten dem vurmaya başlar. Bir eğitimsizlik paranoyasına takılır gideriz.

En ucuz ve en sanal bahanedir eğitimsizlik. Güya herkes eğitimli oluverse, herkes anlayışlı olsa veya herkes şöyle yapsa böyle düşünse diye başlarız ahkâm kesmeye.

Ne kadar gülünçtür aslında bu halimiz. Aynı anda aynı filmi izleyen iki kişinin bile anlamalarındaki farkı bilmemize rağmen aynı yorumları her çaresizliğimizde dışımıza vuruveririz.

Bu coğrafyada bizden önceki tecrübelerden faydalanmaktan ise korkarız hep. Geçmişimiz problemlidir ve hafızamız alınmıştır beynimizden. Osmanlı, koca bir medeniyet oluştururken başka bir coğrafyadan getirdiği insanlar ile oluşturmadı o muazzam medeniyeti. Kriz çözüm reçetelerini de dışarılardan bulmadı. Çözüm hep buradaydı ve buradan çıkardı tüm çözüm formüllerini. Eğitim şarttı ancak öncelikle başımızdakiler eğitimli olacak ve örnek olacaklardı.

Biz örneklerle daha iyi öğrenen bir toplumuz. Osmanlı’da Lalalık müessesesi bu yüzden oluşturulmuştu. Tüm yönetmeye aday insanlar bu kurumlarda eğitilerek yetiştirildiler. Popülizmden, gösteriş ve riyadan uzak bir eğitim modeli. Hep lider yetiştirdi o kurumlar.

Bu gün yurt dışında birçok yerde Müslüman birçok milletin, cemaat ile namaz kılarken bir imam aradıkları an içlerindeki Türk' e halen o makamı teslim etmeleri o günlerin mirasıdır. Birçok emperyalist devletin birçok sinsi ve kirli planlarının tartışıldığı bu günler Allah (C.C.) yiğit milletimize düştüğü yerden kalkması için bir fırsat vermektedir. Said' lerin yetiştiği mekânlara sahip çıkıp onları gördüğümüz, anladığımız an, tüm sinsi planlar bozulacak, bu milleti dininden, dinin dinamiklerinden koparmak isteyenlerin hevesleri kursaklarında kalacak, Anadolu çocukları, medrese Harun’ları, vakıf abileri, dergâh kardeşleri kendi, öz yurtlarında garip ve gurbette kalmayacaklardır.

Yeter ki takıntılarımızı bırakalım. Tarihimize sırt çevirmeyelim. İçerisinde yaşadığımız coğrafyaya ve bu coğrafyanın maddi- manevi tüm değerlerini görmezden gelmeyelim.

Bu değerleri, kendi pis emelleri için düşman görenlerin gözleri ile bakıp, bu değerleri sorun olarak nitelendirmeyelim. Bu coğrafyada sorun varsa , –ki elbette olabilir- çözümünü de kendi üzerinde arayalım. Sevgi ve saygıya beşiklik yapmış bu yurdu, kin ve öfkenin sembolü olan batının vahşiliğine terk etmeyelim.

Adları ister medrese olsun ister dergah: böylesine olgun, böylesine saygılı, edepli ve irfan sahibi Said' ler yetiştiren bu kurumlar, bu coğrafyanın kim bilir belki de son şansıdır.

Yazının yazılmasına vesile olan Harun kardeşime Cenab- ı Hak’ tan rahmet, kederli ailesi ve tüm sevenlerine sabır diliyorum.

Allah (C.C.) : Harunların yetişmesine vesile olan vakıf- dergâh – medrese hizmetlerinde gecesini gündüzlerine katarak emeğini esirgemeyen, oraları diri tutan, yaşatan ve saygı duyan herkesten razı olsun!”

Erdal ÇİL

[email protected]

27 Nisan 2022 Paylaş
 
Bu yazı için yapılan yorumlar ( 1 ) + Yorum Yaz
Metin Bozdemir
Amin inşallah değerli kardeşim. Rabb'im razı olsun.
 
facebook.com/HaberEgeli
 
Yazarın Diğer Yazıları
BAĞIMLILIK ÜZERİNE
AVNOCA
BAHAR ÇİÇEKLERİ
ŞEHİR TAŞIYAN ADAMLAR (1)
ÇALIK KÖYÜNDEN DİYAR-I MENTEŞE’YE. MUSTAFA ÇALIK MUĞLA’DA.
KUMRU VE KADIN
CUMHURİYETE ÖZEL YÜZDE ELLİ
İLAHİ MİSYON
İKİ KİTAP
DARIYERİ İÇİNDE KİTAP OLAN KÜLTÜR ŞENLİĞİ
TÜRKÜLERLE UYANMAK
YÜZYILIN YANGINI
BAŞLIĞA GEREK OLMAYAN BİR YAZI
BEN SUSTUM, KİTAP SUSTU, KEMAL TAHİR KAYBOLDU
TATLI DİLLİ GÜZEL İNSANLAR
ADAY VE ADAY ADAYI DUASI
DEPREMİN DEPREŞTİRDİKLERİ
BİRİLERİ VAR
RODOS VE ONİKİADALARDAKİ TÜRK VARLIĞI (2)
RODOS VE ONİKİADALARDAKİ TÜRK VARLIĞI
 

WEB TV Tüm videolar
Deplasmanda plasebo
 
Şeyhim kainata alışamadım
 
 
FOTO GALERİ Tüm galeriler
 
 
 
? Anket
Spor Toto Süper Lig 2022-2023 Sezonu Şampiyonu Kim Olur?
 
   
Spor Kent Haberleri Politika Ekonomi Yazarlar Sağlık Eğitim Asayiş Kültür Sanat Yaşam Dünya Magazin
facebook.com/haberegeli twitter.com/haberegeli Google+   Anasayfam Yap
Sık Kullanılanlara Ekle
Künye
Sitene Ekle
İletişim

© Copyrigth 2013 haberegeli.com tüm hakları saklıdır
  Sitemiz abonesidir