AKILDAN UZAKLAŞTIKÇA SELEFİLEŞİYORUZ |
AKILDAN UZAKLAŞTIKÇA SELEFİLEŞİP, ARAPLAŞIYORUZ. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Sönmez KUTLU, “ Şu an gelinen noktada aklı ve mantığı Hanefiler maalesef kaybetti ve şekilperest dindarlık geldi. Bu benim açımdan tam bir selefiliktir. Bugünün Selefi Hanefileri, seçimi, demokrasiyi, oy kullanmayı, laikliği dinsizlik olarak görmektedir” dedi. İzmir Düşünce Platformu’nun çevrimiçi olarak yaptığı toplantıların 48. sinde konuşan Prof. Dr. Sönmez KUTLU, üç tarz din yorumundan akılcı din yorumu hakkında bilgiler verdi. Üç yorumdan biri olan Batıni/İşarî din olgusunda, kişilerin kutsallaşması, gizli bilgi ve insanların ne yaptığından çok, hata da yapsa arkasında bir hikmet arama veya insanları rüya ile keşif ile kontrol edilemeyen bilgiler ile yönlendirmenin olduğunu ve bunun da daha ziyade Fars toplumlarının bir özelliği olduğunu ve bunalımlı toplumlarda öne çıktığını söyledi. Bu yorumun gizli, gizemli bir dünyası olduğunu, görünenden çok görünmeyen dünya ile ilgilendiğini belirtti. Akılcılığın en büyük düşmanı mezhepçiliktir. Zahiri/selefi İslam algısının ise Araplarla birlikte anılan bir anlayış olduğunu söyleyen KUTLU, üçüncü bir anlayışın da akılcı, şehirli dindarlık olduğunu söyledi. Bunun yerleşik hayata geçmiş toplumların dindarlığı olduğunu açıklayan KUTLU sözlerini şöyle sürdürdü. “Kuran-ı Kerim’de aklın bütün fonksiyonları olumlu görünür. Akıl, hidayetin kaynağı olarak kabul edilir. İnsanların başının belaya girmesine mani olan, insanı hayvandan ayıran hatta vahyin doğru anlaşılmasında bile bir kıstas olarak görülür akıl. Kuran’ın diğer kutsal kitaplardan farkı, aklı bir hakem olarak tayin etmesidir. Bu İslam için büyük bir ayrıcalıktır. Eğer bir konuda ihtilaf varsa Allah ve Resulüne dönülür. Ancak aklın çözdüğü bir konuda Allah ve Resulüne sorulmaz. Emeviler döneminde Arap düşünce kodlarıyla hareket edildiğinden akılcı olan, eleştiren insanlar dışlanmış hatta idam edilmişlerdir. Akılcılığın en büyük düşmanı mezhepçiliktir. Bu yüzden akıl ve irade terbiyesi önemlidir. Sınırlı naslarla sınırsız hadiseleri çözmek mümkün değildir. Ebu Hanife’nin dediği gibi içtihad yapmak zorundayız. Mürted cezası diyaneten verilmiş bir ceza değil, siyaseten verilen bir cezadır. Hukukta insanlığın müktesebatından yararlanmak gerekir. Burada İslami ve insani ayrımı yapamayız. İnsan haklarını koruyan her anlayış İslam’a uygundur. Şu an gelinen nokta aklı ve mantığı Hanefiler maalesef kaybetti ve şekilperest dindarlık geldi. Bu benim açımdan tam bir selefiliktir. Bugünün Selefi Hanefileri seçimi, demokrasiyi, oy kullanmayı, laikliği dinsizlik olarak görmektedir. Ahilikte yemekte kaşık kullanmak, yemeğin adabındayken bunlar kaşığı bırakıp, geriye giderek elle yemeyi sünnet adı altında yaygınlaştırma çabasındadırlar. Bugünün Selefileşen Hanefileri, Maturidi’den uzaklaşmışlardır. Ama ümitsiz değilim. Günümüz aydınlarına biz Maturidi'nin akılcı yaklaşımını anlattığımızda orada kendilerini bulan aydınımızın varlığı ümit vericidir. Günlük hayatımıza giren, “sizin zatıalinize diyecek bir şeyim yok ama görüşünüze karşıyım” gibi sözler Hanefi Maturidi düşünceyi temsil eden güzel örneklerdir. Ama biz bunları kaybettik. İslam deyince artık ayet, hadis okumaktan ibaret görüyoruz ki bu tam bir selefiliktir. Kuran’ın dilinin Allah’ın dili olduğunu iddia ediyor bunlar. Bu da gençleri bir protest din anlayışına sürüklüyor. Aslında Arap Selefiliğine doğru evriliyoruz. Bu yüzden akla yeniden itibar kazandırmalı, hak ettiği yere getirmeliyiz. Aksi takdirde estetikten uzak, sanattan, resimden, müzikten uzak kupkuru bir dindarlıkla karşı karşıyayız. Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı, akılcı, reyci anlayışı yani Maturidi Hanefiliği temsil etmiyor. Selefilik ile İrfaniliğin mücadele meydanı haline geldi. Selefi-sufi kutuplaşmasının en yoğun mücadele alanı şu anda Diyanet’ tir. İbn-i Haldun, (vefatı 1408) ne diyor biliyor musunuz? “Hazreti Peygamberin tıpla ilgili hadisleri, o gün içinde yaşadığı Arap toplumun tıp bilgilerinden ibaretti.” Bunlar delil değildir. Tedavi olmak, kendinizi tehlikeye atmamak Allah’ ın bir emridir. Önce tedavi olmak gerekir ki sonra başka yollara başvurulsun. Ama bugün hacamatçılık adı altında bir sektör oluşturulmaya başlandı. Hacamatın mutlaka bir faydası vardır. Ben bunun bir din istismarı olarak sunulmasını doğru bulmuyorum. Peygamber; dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz ki tıp konusunda da bunu o günün faydalı bir uygulaması olarak almış olabilir ama bu bütün insanlığa misvak gibi, en son örnek, tek örnek değildir. Bunu din adına bir sektöre dönüştürmek tam bir din istismarıdır. Korona olayında da bunu gördük. Kuran-ı Kerim’ in şu suresinin falanca sayfaları arasında bir kıl çıkacak, bunu kaynatıp içeceksiniz, koronaya iyi gelecek. Bu huraferi din olarak insanlara anlattılar, bunu uygulayanlar oldu. İşte bu akıldan yoksun hurafeci bir dindarlıktır. ” Kuran- ı Kerim: “Aklı kullanmayanın başı beladadır” buyuruyor. Onun zamanında aklı kullanmakla ilgili bir sorun yoktu. Hz. Peygamber bir şey söylediğinde sahabe, “Bunlar senin fikrin mi, yoksa vahiy mi” diye sorarlar, vahiy ise anlayıp güncelleyerek uygular, peygamber sözü ise tartışılırdı. Bugün peygamberimizin sünnetine uyduğunu söyleyen insanların kaç tanesi kendi siyasi liderine, şeyhine, mezhep imamına, “bu akla aykırı, buna itaat etmiyorum” diyebiliyor. Akılcılık bir şehirleşme, bir medenileşme fenomenidir. İbn-i Haldun, akılcılığı medeni toplumların özelliği olduğunu söyler. Şehirlerde yaşayan insanlar sorunları farklı boyutlardan ele alarak çözmeye çalışırlar. Bedevi toplumlarda, tek tip yaşayan toplumlarda ise çeşitlilik olmadığından tek tip çözüm vardır. Şehir bir vitrin gibidir. Şehirli insanlar, ilmi bıraktıkça, akıldan uzaklaştıkça bedevi oldular. İstanbul, Ankara, Medine gibi şehirlerde, yüksek binalarda otursalar da mimarinin altın oranından haberleri yok. Bedevi hayat yaşıyorlar. Sosyal hayatın hukuki, ahlaki değerinden haberleri yok. Eğitimle kendilerini geliştirme iradesi yok. Geçmişi taklitten başka becerileri yok. Şu anda Müslüman dünyanın en büyük sıkıntısı mezhepçilik, tarikatçılık ve cemaatçiliktir! Hızla Afganistan ve Pakistan’a dönüşüyoruz. Bir insanın mezhebi, özgürlüğüdür ve bundan dolayı suçlanamaz. Bir cemaate veya tarikata mensubiyeti gibi! Sorun, bu yapılara mensup olduktan sonra hakikat tekelciliği yapmaktadır. Benim anlayışım, benim mezhebim, siyasi partim en doğrudur diyerek insanların farklı düşüncelerine saygı gösterilmemektedir. Eğitim sistemimiz sorunludur; çocuklarımıza eleştirmeyi, farklı düşünmeyi öğretemedik. Aliya İzzet Begoviç derdi ki: “Elimde olsa bütün doğu toplumlarının eğitim programlarına eleştirme dersleri koyardım.” Günümüzde büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız. Hızla Afganistan ve Pakistan’a dönüşüyoruz. Sözde medrese adı altında, özgür bireyler yetişmek yerine kültürün, fıkhın, geçmişte üretilen malumatın mahkûmu ve esiri hammallar yetiştiriliyor. Buralarda yetişenler, Müslümanların sorunlarına tutarlı çözümler sunamamaktadırlar. Çünkü bugüne dair sorunlara, bin yıl önceki bir fıkıh kitabından cevap arıyorlar. Hâlbuki İbn-i Haldun ne demektedir: “Hadiseler, başka hadiselerle mukayese edilemeyecek kadar biriciktir. Her hadise kendi döneminin özgünlüğünü taşır.” Bugünkü hırsızlık, faiz, evlilik geçmişteki gibi değil. Bugünkü sosyal ilişkiler, geçmişteki gibi değil. Bitcoin mi vardı geçmişte? Bugün insanlık yeni bir tecrübe yaşıyor. Bu sorunlara, çözümlerimizi kendimiz üretmek zorundayız. Yani bu taşın altına elimizi sokmalıyız. Aracı hep dikiz aynasından kullanıyoruz ve ileriye değil geriye doğru gidiyoruz maalesef. Korkunun olduğu yerde özgürlük olmaz! Akıl otorite tanımaz. Otorite tanımadığı zaman gelişir. Korkulu bir ortamda insanlar, aklını ve özgür iradesini kullanamadığı için çift kimlikli veya çok kimlikli insana dönüşürler. Bugünkü sorunumuz, kendi düşüncelerimizi her ortamda açıkça ortaya koyamamamızdır. Baskı, sahipleri için daha fazla korkuya sebebiyet verir. Özgürlük güven ortamının ve herkesin olduğu gibi dürüst davranmasının garantisidir. Özgür ortamda herkes huzurlu ve güven içinde olur.” |