78 YILDIR KANAYAN YARA: BORALTAN |
Boraltan bir köprü, aşar geçer Aras’ı, Yuğsan Aras suyuyla, çıkmaz yüzün karası. Karası, karası, merhamet fukarası, Karası, karası, merhamet fukarası, Düşman bekler karşıda, önüne kattı beni, Can alınan çarşıda, kardeşim sattı beni. Dönüp seslendim geri, merhametsiz birine, Beni siz vursaydınız, şu gavurun yerine.
Bu ağıt nitelikli şiire konu Boraltan Köprüsü faciası, 1945 yılında, yani İkinci Cihan Harbi sonlarında Türkiye Cumhuriyetine sığınan Azerbaycanlı Türklerin, Ankara hükümetince Stalin yönetimindeki Sovyetlere teslim edilmesi hadisesidir. Olayın kamuoyuna yansıması ilk olarak 1951 yılında Tekirdağ Milletvekili Şevket Mocan’ın, TBMM’de Başbakanlıkça cevaplanmak üzere verdiği soru önergesi ile olmuştur. Mocan önergesinde, mültecilerin milletlerarası hukuk kaidelerine aykırı olarak, Sovyetlere teslim edilip edilmediklerini sorar. Ayrıca, “Facia kurbanlarının sevki sırasında, teslim işinde vazifeli yedek subay Reşat’ın”asabi rahatsızlığa uğradığı” ve sinir hastanelerinde tedavi gördüğü iddiasının doğru olup olmadığını sorar Mocan. Zira söz kıonusu üsteğmenin vicdan azabına dayanamayarak, aklını yitirdiği anlatılmaktadır. Bu önerge ile tam 6 yıl sonra, kamuoyu haberdar olur durumdan. Adalet Bakanı Rüknettin Nasuhoğlu, olayın gerçekleştiği sırada görevde değildir ve konuyla ilgisi yoktur. Ancak mevkisi gereği önergeyi cevaplamak ona düşer. Nasuhoğlu, “ “Ankara’daki Sovyet Sefareti ile mütekabiliyet esasını tesbit eden bir nota teatisi suretiyle 237 Sovyet askerî mültecisinden 195’i ilk parti olarak 6. 8. 1945 tarihinde Tıhmıs kapısından Sovyetlere iade edilmiştir” şeklinde bilgi verir Meclise. Bunun üzerine önerge sahibi Mocan, şu konuşmayı yapar milletvekillerine hitaben: “Muhterem arkadaşım, Enver ve Adem isminde iki Azeri münevverden bahsettiler. Bunlar çok yakından tanıdığımız Konya Milletvekili Ziyat Beyin kayın biraderleridir. Çok evvel Rus ordusunda subaylık etmişler, fakat milliyetlerini unutmamışlar, o akideleri kabul etmiyerek Almanyaya kaçmışlar, orada uzun müddet bulunmuşlardır. Sonra memleketimize gelerek hemşîrelerinin yanına, Ziyat Beyin hareminin yanına sığınmışlardır. Fakat yüz kızartacak bir hal olarak bunlar bir gün evden alınarak, Ankara’ya göndereceğiz diye, ‘Komiser Ali Riza refakatinde hududa götürülmüşler, ayni mabuda kurban sunulmuşlardır. Bu, milletin tarihinde bir tek mülteci Isveç Kralı Şarl için harbetmiş şerefli hâdiseler çoktur; fakat siyasi mültecileri bir mabuda kurban sunar gibi sunmaya götüren yüz kızartıcı, gönül parçalayıcı, hicabaver bir hâdise daha yoktur. İbnisuud mutavaat etmedi, mültecileri vermedi, fakat bizdeki bir devrin adamları bizim tarihimize bu lekeyi yazdılar, mültecileri iade ettiler arkadaşlar.” Mocan’ın dokunaklı konuşması milletvekillerince “bravo” “doğru” nidaları ile desteklenir. Hadisenin yaşandığı sırada asker olarak görevli olan Bekir Doğan’ın yıllar sonra anlattıkları da iç parçalayan türdendir. Mültecileri iade ile görevli üsteğmenin kahrından intihar ettiğini dile getiren Bekir Doğan, şöyle anlatır olayı: “Saçı beyaz örülü nineler, ak sakallı dedeler, on beş, on yedi yaşında kızlar, delikanlılar feryat, figan ediyor. Sizde vicdan yok mu? İnsaf yok mu? Merhamet yok mu? Biz Türk'üz. Size geldik. Bizi bir kurşuna mı değişiyorsunuz? Bizi niye siz öldürmüyorsunuz da götürüyorsunuz diye bağırıyorlar. Üsteğmenim dayanamıyor. Telefonla ya da telgraf ile, ‘geri gönderin bizi lütfen' diyor. 'Bunlar Müslüman Türk'tür' diyor. Bunları götüreceksiniz diye emir gelmeyince, adam beynine tabancayı dayadı, intihar etti. Eğer şimdiki aklım olsa yemin ederim gözümü kırpmadan ben de intihar ederdim. Yani o anı yaşayan bir insan olarak kendimden utanıyorum, mahcup oluyorum. . Rusların ellerine geçtikten sonra biz uzaktan bakıyoruz, öyle bir muamele ki hayvana yapılmayacak bir muamele. Haksız, insafsız, vicdansız bir muamele... Hepsini sıraya dizdiler makineli tüfekle taradılar. Mısır sapı gibi hepsi yere yığıldı.” İsmet İnönü Vakfının sitesinde ise olayın dönemin koşulları dikkate alınarak, değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekiliyor. |