Gülünç bir ölümle öldü deniyor Max Stirner için
çünkü mahvına sebep nihayet bir sinektir
ama Fanya Kaplan nasıl öldü diye sorarsak sanırım işimiz fazlasıyla ciddileşir. Bize ne başkasının ölümünden demeyiz
çünkü başka insanların ölümü en gizli mesleğidir hepimizin başka ölümler çeker bizi ve bazen başkaları ölümü çeker bizim için.
Ölümle şaka olmaz diyenler kıyasıya yanıldılar bu çağda Taksitle Alum diye bir roman yazıldı artık Önce Öl/Sonra Öde denilmek suretiyle aşılıp geçildi bu roman da. Doların dalgalanmasına bırakıldı bu çağda alum geceleri şehrin varoşlarında ikamete mecbur edildi gündüzün kimlik soruldu ona sağcı mı solcu mu olduğu sorusuna cevap verdi seken bir kurşun kadar kurşuni bir kış denizi kadar bile taraf tutmayan ölüm
2. Ölüm Cantabile
Ben ne büyük bir dalgınlıkla bakmış olmalıyım ki hayata görmedim orda çinko damlar ve plastik sürahilerin tanrısını yerime yadırgadım yerim olmadı zaten kendi mezarımdan başka çılgının biri sanılmaktan sakınmaya vaktim olmadı
durmadan beyaz bir aygırla taşardım derin göllerden bir gebe kısrakla kaçardım derin ormanlara güneşin zekasıyla doymak isterdim kaba solgun kağıtlar sunardı şehrin insanı bana şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin
Ogün bugün, şehri dünyanın üstüne kapatıp bıraktım kapattım gümüş maşrapayla yaralanmış ağzımı ham elmalar yemekten göveren dudaklarım mırıldanmasın şehrin mutantan ve kibirli ağrısını.
Azıcık gece alayım yanıma yalnız serçelerin uykusuna yetecek kadar gece böcekler için rutubet örümcekler için kuytu biraz da sabah sisi yabani güvercin kanatları renginde biz artık bunlar olarak gidiyoruz eylesin neyleyecekse şehrin insanı şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin bozuk paraların insanı, sivicelerin
işte öldüm, işte son kadife çiçekleri son defneler, badıranlarla kefenlediler beni bütün kaçaklar için inci bir melhem oldu benim ölümüm bütün hoşnutsuzlar yanlarında saklayacak benim ölümümden yayınlan kırpıntıları boğaz tokluğuna çalışanlar özenle kilitleyecek göğüslerine benim ölmüş olmamı hiç bir yaprak damarından hiçbir su özünden atamayacak beni ortaya benim ölümüm sürülecek pey akçesi olarak tanrıların ölümünü bir üstlenen çıkınca ama neler olup bittiğini hiç bir ayetten hiçbir vakit anlamayacak şehrin insanı şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin
3. Requiem Bozkırda yaz akşamları seni seyrederdi seni seyrederdi ormanda gürbüz sabah ağırkanlı bir güneşle yaşanan kış ağır, kanlı bir güneşle yaşanan hasat zamanı bekarların kaburgalarına gümleyen karanlık isterik kokusu beyaz dantelaların seni seyrederdi sen diriyken sana bakmak başlı ve sonlu bir uğraştı sanki.
Gövdene imrenirdi ok atmayı bilenler gövden aklın gibi engebeli ve dakikti sokaklarda kavga çıkardı senin yüzünden sen topuğunu gösterirdin ve dövüş başlardı ejderlerle çarpışırdı bey çocukları müminler müşriklerle savaşırdı.
Toprak ve yağmur savaşırlardı anahtar ve kilit birbirlerine girerdi ekmekle bulutlar kan ve su nadirle zenit. Isıtırdın salkımları bağlar bozulunca tohumların bilgisine hısımdın beyninde yelkenlerini açarak serinlerdi kısır kadınlar sen diriyken sepetlerine çiçek doldurup insanlar peşinden gelirlerdi serüvenler peşinden yürürdü endazelerin mekikler otlakların yörüngesindeydi ayıklardı insanların rüyalarını yaktıkları tütsü, okudukları yasin.
Sonra öldün, sonra ıslıkladılar seni gösterişsiz tabutunu yuhaladılar lahana yaprakları attılar sana sonradan görme tombul ortayaşlılar semiz, genç burjuvalar seni tepeden tırnağa fermuarladı. akşam gezmesine çıkan emekliler bile duygusuzca silkeledi üzerlerinden senin gözyaşlarını
Bir soğuk uzay parıltısıyla anılıyorsun artık kuru bir bilgisayar tıkırtısıyla açıyorlar taçyapraklarını ancak bir alkol koması sırasında senin yorgunluklarını hastanelere makbuz yaptılar çekingen duruşunu intihara karşı kullanıyorlar koğuşlarda çünkü çoktan ölüm götürdü seni ölum ölum gündelik sözlerimiz arasında geçecek kadar kaba.