Devlet nereye gidiyor diye sorsa birisi:
Tıpkı fıkradaki gibi; “Vallahi yıllardır buradayım ve yıllardır bir yere gittiğini de görmedim” diyebilir miyiz?
Devlet, başımızın tacı, varlık sebebimiz. Ama öyle yıllardır hareketsiz gibi durduğuna bakıp da, artık sadece kâğıt üzerinde kalmış, canı gitmiş gibi değerlendirmelerde bulunmakla hata yapmış oluruz. Biz, sadece kendimizden ibaretiz, devlet ise toplamımız.
Yaşımız biraz ilerledikçe eskiye özlemimiz artar, eskiyi ararız bir bakıma ya; devleti de eski yerinde görmediğimizden kaybolduğunu, eskidiğini falan düşünürüz fert olarak. Ama devlet, hepimizdir. İçinde bizim gibi düşünenler olsa da o işine bakar, geneli yansıtır, yürür, gider.
Evet; ayakta kalmak için değişim şart ve fertleri gibi, tıpkı vatandaşları gibi devlet de değişiyor. Artık sırça köşklerde, başımız sıkıştığı yerlerde, çok yukarılarda, zor ulaşılan yerlerde değil. Daha çok aramızda. Geziyor, tozuyor, bizimle birlikte alışveriş yapıyor.
Bize bu kadar yakın olduğundan olsa gerek onu belleklerimizdeki büyüklüğünde göremiyor, tahayyül edemiyoruz. Lüzumsuz işlerle uğraşıyor ve bu küçük işlerle uğraştığından dolayı da acaba küçülüyor mu bizim koca devletimiz diye ister istemez endişe ediyoruz.
Yıllardır hatta asırlardır oluşturduğumuz devlet teamülleri yerle yeksan olurken, haklı olarak acaba demekten alamıyoruz kendimizi. Eskiden bir işadamı, bütün nezaketiyle ve usulünce yanımıza gelip kendini tanıtsa ve büyük bir markanın ilimizdeki bayiliğini aldığını ifade ederek, mağazalarında önemli indirimlerden bizim kurum çalışanlarını da haberdar etmek istediğini söylese ve bu amaçla benden çalışanlarımın cep telefonu numaralarını istese ne olurdu? Çayını içer ve eli boş geri dönerdi.
Hatta devletin mesaisinin kutsallığından falan bahsederek, mesai saatleri içerisinde kurumda reklam amaçlı dolaşmalarına falan engel olurduk firmaların.
Öyle ya: biz devlettik. Biz onların da devleti olduğumuzdan onlar arasında da haksız rekabete yol açmamak adına, onların topuna birden hep mesafemizi koymak zorundaydık. Kaldı ki rekabeti sağlayıp risk alsak bile bu sefer de üstlerimizden devlet geleneğine uygun olmayan davranışımızdan ötürü uyarılar ve cezalarla karşılaşırdık.
Şimdi ise devlet daha bir cesur hareket ediyor. Kurumlar bütün bilgileri çok daha rahat özel sektörle paylaşıyorlar. Tabii bu paylaşımları da rekabet unsurunu gözeterek ve hukuka uygun olarak yapmaları esas. Bu bilgilerin bir kısmının paylaşımından kurumlar belirli gelirler de elde ediyorlar.
Yani kurumlarımız ile devlet de ticaret yapıyor. Daha da ötesi kamu kurumlarımızın bazılarının başlarında ticari alanda, işletmecilik alanında rüştünü ispatlamış kişiler bulunuyor. Onların çoğu, piyasanın daha net diline karşı çok başarılı işler çıkarmış olsalar da ve gelirleri kamuya kıyasla daha fazla olmalarına rağmen şimdi devlet ricalinden gelen teklifler dolayısıyla bürokratlığa soyunmuşlar ve alanlarının dili dışında bir de bürokrasinin dilini öğrenme derdindeler.
Yılların bürokratının ticaretin, piyasanın dilini öğrenmesi ne kadar zorsa bir işadamının da bürokrasinin dilini öğrenmesinin ne kadar zor olduğunu ama devletten gelen bir teklifin de her şeyin üstünde görüldüğünü görmezden gelemeyiz.
Klasik anlayışımızda kamu, özel diye iki taraf vardı. Şimdi ise bir tek devlet var! Devleti yaşatmanın yegâne unsuru ise tek bir cümlede özetlenmiş gibi: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” Devlet yıllardır hep arkasına yaslanık görüntü vermişti.
Kalkınma için hep özel sektörün girişimlerini beklemiş, dünya ile entegrasyonda hep onların lokomotif olmasını istemişti. Ama maalesef gelinen nokta itibari ile devlete sırtını dayamadan, kendi ayakları üzerinde yükselen özel teşebbüslerimiz hiç olmamış, olmadığı gibi de devlet içine sızmış kimi çetelerle de önleri hazin şekilde hep kesilmişti.
Yakın siyasi tarihimizde hem ekonomik alanda hem siyasi hem sosyal alanda bütün kirli işlerde hep devlet adına iş yapan çeteleri gördük, duyduk, okuduk. Bizim kutsal gördüğümüz devletin meğer ne denli maniple edildiğini bir 15 Temmuz vakası olmasaydı belki de daha çok uzun yıllar hiç farketmeyecek ve en hassas yerimize sinen bu zararlılarla uzun yıllar yaşamak zorunda kalacaktık.
Geçmişte binlerce nasihat örneği var. Ama 95 yıllık böylesi bir kuşatmaya, bünyeyi böylesi işlemez hale getiren hastalığa karşı neşter vurma adına hiçbir adım atılmadığı da gerçek. Bir musibetin bin nasihatten iyi olduğunun da; bin düşünsek de bir defa olsun iş yapmanın hazzına varacağımız günler içerisinde olduğumuzu düşünmek istiyorum.
Yok devlet peşkeş çekiliyormuş, yok hırsızlık artık çok daha meşrulaşmış ve artmış da, yok siyasi ayak çözülmeden de mücadele olmazmış da, yok devlet de artık bitmiş de gibi klasik söylemlerle yeni fotoğrafı okuyamadığımız gibi paranoyalarla kalan ömrümüzü de heba eder gideriz.
Hiçbir iş yapmayan bol bol laf, bol bol paranoya üretir. Samimiyse kendini de samimi değilse de birlikte yaşadığı çevresini hasta eder bitirir. Oldum olası iş yapanları sevdim. Krizleri fırsatlara çevirebilenleri, mağlubiyetlerinden zaferler çıkaranları.
Çok şükür ki öyle liderlerimiz var, öyle tecrübelere de uzak değiliz.
Gazi Mustafa Kemal: “Türk Milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir ” derken boş mu konuşmuştur?
Devlet, bir yere falan gitmiyor!
Sadece milletin değiştiği gibi o da değişiyor. Değişimin masumiyeti sizi biraz endişelendiriyorsa da sabredin ve bu milletin zekâsından, ferasetinden de asla şüphe etmeyin!