Mesleğim gereği üniversite öğrencileri ile beraber olmak aslında hayatın içinde olmaktır benim için. Onların olaylara bakışı, yaşamı algılayışları, hayata hazırlıkları, gelecek beklentileri adeta birer toplumsal analizdir. Evrensel şehir anlamına gelen üniversite onlar için son durak mıdır? Yoksa tam tersi ilk basamak mıdır? Evrenin tüm kurallarını burada mı öğrenirler ? yoksa kendi dünyalarından bile çıkamadan mezun olup giderler mi? İşte ben derslerimi anlatırken cevaplarını merak ettiğim bu sorular da hep aklımdadır aslında.
Geçen gün ders sonunda bir soru sordum onlara. Beklemedikleri bir soruydu, önce şaşırdılar.’’Siz mutlu musunuz ?’’ dedim.’’Nasıl yani ? ’’ dediler. Tabii anlattığım dersin özeti ile ilgili sandılar.’’Hayır, esas hayatınızın özetini soruyorum ’’ dedim. Baktılar ciddiyim, başladılar samimi itiraflara, iç dökmelere.
Öyle ya; onca emek harcanan, maliyetli ve zorlu bir sınav yılından sonra artık huzurlu, rahat ve mutlu olmalıydılar. Çünkü hedeflerine ulaşmış, yüzlerce öğrenciyi de geri de bırakarak gelmişlerdi buraya.
Ama ‘’Hayır!’’ hiçbiri mutlu değil. Bakın çoğu demiyorum hiçbiri. Hepsinin kendine göre bir sebebi var. Hem de bilinen, beklenen cevaplar değil. Parasızlık, ekonomik darlık bile mutsuzluk nedenlerinin ilk sırasında değil. Tamam temel kaygılarının başında gelecek korkusu, iş bulamama endişesi, güvensizlik sorunu var ama esas nedenler hala ‘’BİZ KİMİZ?, BİZ NEYİZ?’’ meselesi. Sorguluyorlar kendilerini, ailelerini ve bulundukları çevreyi. Zaten onlar ‘’Y KUŞAĞI’’ çocukları. Yani; soran ve sorgulayan. Düşünülenin aksine; duyarsız gibi görünen duyarlı bir yaş grubu. Hatta toplumda kendilerine az değer verilmesinden şikayet ettiler ilk olarak. ‘’Nasıl ?’’ diye ben onlara sordum bu kez. ‘’Hocam; bir süre sonra yakın çevremizden bile ‘Sen üniversiteye başladın değiştin, ne oluyor sana ?’’ diyenler var.’’ E siz zaten değişmek ve gelişmek için gelmediniz mi buraya? Neyse onlar konuşsun, ben susayım !
İkinci sırada aileleri ile çözülemeyen sorunlar var hala.Belki de ilkokuldan beri süren iletişim sıkıntılarını şimdi daha rahat dillendirebiliyorlar, çekinmeden.Tabii bu durum onların akademik başarılarını da doğrudan etkiliyor. Ailelerinden uzakta yaşayanlar daha bireysel olup, kendilerini yalnız hissederken, aynı şehirde eğitim alanlar ise evden uzaklaşmayı hatta üniversite değiştirip, şehir değiştirme imkanını sağlamaya çalışıyorlar kendilerine çözüm olarak. Yani kaçmak istiyorlar ! Ancak benim bu konuda en ilgimi çeken şikayetleri ailelerinin meslek seçimi kararlarında kendilerine destek olmamalarıydı. Birçoğu istediği bölümü anne veya babasının ‘’ İş bulamazsın, benim seni o bölümde okutacak param yok. Hele başka şehirde hiç okuyamazsın !’’ dedikleri için tercih edemediklerini söylediler. Hani bu çocuklar söz dinlemez, lafa gelemez, istediğini yapan çocuklardı? Tabii ki öyle bir kesim öğrenci de mevcut. Daha hür, seçimlerinde daha engelsiz. Ancak ben genelden, yani ; mutsuz çoğunluktan bahsediyorum, mutlu azınlıktan değil.
Üçüncü yoğunlaştıkları mutsuzluk sebebi neydi biliyor musunuz? Aşk ya da şöyle söyliyeyim aşksızlık. ‘’Peki bu hayatınızı neden mutsuz etsin ki ?’’ dedim. ‘’ Şimdi siz kendinizi bulmaya çalışırken, akademik olarak başarılı olmayı hedef koymuşken, bırakın doğru zamanda gelsin bulsun sizi aşk’’ ’’Amaaaa hocammmm , aşık olursak sıkıntılarımızı unuturuz ve derslerimize daha rahat motive oluruz ’’diye bağırdılar. Aslında bilmiyorlardı AŞK varlığında da sıkıntıydı, yokluğunda da! Aman onu da ben öğretecek değilim ya! Onların esas söylemek istedikleri belki de SEVGİYDİ. Birileri tarafından sevilmeye ihtiyaç duyuyorlar o kesin. Belki de tüm şikayetlerinin, korkularının temeli bu eksikliktir. Eminim sevildikleri ve sevebildikleri sürece mutlu olacaklardır.
Bu arada pardon ! Paldır, küldür başladım anlatmaya.Belki de heyecanımdandır. Her gün haberlerini an an takipte olduğum sitede yazı yazıyor olmak çok farklı bir keyifmiş. Keyifli yazılarda, güzel haberlerle buluşmak üzere…