22 Kasım 2024, Cuma Web TV Foto Galeri Sosyal Medya Mobil Uygulamalar Arşiv
 
 

Kulübedeki dik duruşlu Arslan



 Cihat Arslan geride kalan sezonun en dikkat çeken teknik adamlarından birisiydi. Karşıyaka'da, sezonun ilk yarısıyla, ikinci yarısını neredeyse tamamen farklı oyuncularla tamamladı ama sezon boyunca takım istikrarını, tüm zorluklarına rağmen Cihat Arslan metanetini hep korudu. Düşer denilen takım, play off'u belki de Süper Lig'i nüanslarla kaçırdı.

Bu başarının mimarı Cihat Arslan, bugüne kadar kamuoyunun hiç bilmediği yönleriyle, haberegeli.com'a konuk oldu. 
Barcelona'ya karşı Şampiyonlar Ligi maçı oynadığı gecenin sabahında, asker kaçağı sayılmasından, Galatasaray'dan anlaşılmaz gerekçelerle istemediği bir takıma gönderilmesine, zehirlendiğinde sansasyon olur diye kampa ambulans çağrılmamasından, bir döneme damgasını vurmuş Veli Küçük Paşa ile diyaloglarına, bir film senaryosunu andıran hayat hikayesiyle işte Cihat Arslan röportajı...
 ****

 


Alsancak Stadı. Takım mağlup. Son bir iki dakika. Bir mucize olur mu acaba?  Gözüm Karşıyaka kulübesinde. Bir adam öne çıkmış dimdik ayakta . Servi ağaçları geliyor aklıma. Kale arkasındaki servi ağaçlarına dönüyor bakışım. Başka bir statta ağaç kaldı mı diye geçiriyorum içimden. Takım gol için bastırıyor; olmuyor.  Güneşin kavurduğu tribünde elleri ceplerinde yeşil kırmızı taraftarlar... Herkesin yüzünden düşen bin parça. Hakemin o acı haberi veren düdüğü yankılanıyor statta: Karşıyaka play off şansını kaybediyor. Saha içi sevinen ile üzülen, tebrik eden ile teselli edene sahne oluyor. Ama perde kapanmıyor. Son sözü taraftar söylüyor. Sırtlarında yeşil kırmızı forma ve elleri bu kez yüreklerinde yüzlerce taraftar teknik direktörüne sevgisini haykırıyor: " Oooooo Cihat Arslan Oley, Cihat Arslan Oley, Cihat Arslan Oley, Cihat Arslan Oleyyyyyyy"... Cihat Arslan da taraftarı selamlıyor. Yakından tanık olmak istiyorum bu ana.  Karşılaşma sırasında dimdik duran o adamın sevgi gösterisi karşısında çözülüşünü  görüyorum. Gözleri dolu dolu oluyor. Gönülleri kazanmak... Bu, en az kupa kazanmak kadar değerli olmalı. 

 Cihat Arslan, türlü sıkıntılarla geçen bir sezona rağmen Karşıyaka ile iyi bir çizgi yakalamayı başardıOnun bu süreçteki açıklamaları kişiliği ile ilgili ip uçları da verdi .  Onu daha iyi anlamanın yolu ise böyle bir röportajdan geçiyordu.  Futbol onun temsil yeri. Küçüklüğünde, hayatının kırılma anlarında ve geleceğe ait planlarında hep futbol olan Cihat Arslan ile yaşama dair de konuştuk: 

  

- 9 Şubat 1970, Balıkesir Gömeç 'de 5 kardeşin ikincisi olarak dünyaya geldiniz. 

Gömeç deyince gözüm doluyor. Babam Allah rahmet eylesin, tarlada çalışan bir çiftçi, sepetçi diyorlar o zamanlar. Pamuk, zeytin sepetçisi. Annemin biraz daha hali vakti yerinde. Annem 18 yaşındayken dedem haber gönderiyor ona "Seni birisine verdim" diye hiç haberi yok. O zaman için işi gücü olmayan sepetçi birine veriyor. Ama karakter olarak, yapı olarak genç saygı duyulan bir insan yani, yaptığı iş ne olursa olsun. Öyle bir baba öyle bir anne yani. 

-Nasıl bir baba figürü hatırlıyorsunuz? 

Babam ne sıkıntısı varsa kendi halletme yoluna gitti. Herkesin işini hallederdi ama kendine vakit kalmazdı. Belediye'ye de girdi daha sonra futbol oynadığı için, 19 yıl futbol oynadı. Tabi yani kaybedince anladık değerini. 

-Futbolculuk baba mesleği yani 

Tabii, babam futbolcu, lakabı "Kaptan" yani. Gömeçspor, 3 bin nüfuslu ilçenin takımı işte, imkansızlıklar içinde ikinci ligin kapısına dayanan takımın kaptanı sonra da hocası. Babam 39 yaşına kadar oynadı, o zaman haf deniyordu. Sağ haf, sol ayaklıydı ama  sağda oynardı ve defans oyuncusuydu. 

-Baba-oğul ilişkisi nasıldı? 

Babam rehberlik etmeye çok gayret etti, ilkokul mezunu ama kapasitesi ölçüsünde bizi iyi yetiştirmeye çalıştı. Çevresinde çok sevilen bir insandı. Ben biraz haylazdım, futbol uğruna tarlayı, bana verdiği işleri asıyordum. Zaman zaman çatışma yaşanıyordu. Ama futbol söz konusu olduğu için babam yaramazlıklarımı görmezden geldi. Hatta biraz da bana yol verdi. Babam anneme abim için "o futbolcu olmaz ama iki numara-benim için söz ediyor-olur" diye birşey söylemiş. 

Babamın ölümü de bir ders benim için. Hayata bakıştaki farkındalık, farklılaşma, ne dersek diyelim benim orada oldu. Babam benim 46 yaşında vefat etti, içki sigara kullanmadı. Bağırsak kanseri oldu.  Hastalık döneminde çok farkındalığım olmadı  belki ilgilenemedim ama vefat etti işte cenaze namazı, ben 16 yaşındaydım, imam kalabalıktan dolayı camide kıldıramadı namazı, o kadar katılım yüksek oldu ki, camii o kalabalığa yetmedi. İmam babamın tabutunun "Cumhuriyet Meydanı'na"  kaldırılmasını istedi. Cenaze namazı Cumhuriyet Meydanı'nda kılındı.  Bir ilkokul mezunu memurun o kadar sevilip, cenazesine o kadar çok katılımın olması beni çok etkiledi. O hınca hınç dolu meydanda etrafıma baktım ve gurur duydum...Bende o zaman bir farkındalık oluştu, insan ölünce kazandıklarının da bir önemi de kalmıyorBakış açım değişti hayata! 

-Gözleriniz doluyor, ağladığınız olur mu? 

"Kainat merhamet üzerine kuruludur, merhametini kaybeden insanlığını da kaybeder "diyordu okuduğum bir yazıda. Dökülen göz yaşı bir kayıp değil bir kazançtır. Gözyaşımın insanda olması gereken bir unsur olduğunu düşünüyorum. İnsanı insan yapan değerlerden biridir. 

-Babanız öldüğünde 16 yaşındaki bir çocuğun duygusuyla "Şimdi ne olacak?" diye sordunuz mu? 

Ağabeyim 2 yaş büyük ve o zaman o devreye girdi, evin işte ne yapılması gerekiyorsa o sorumlulukları yüklendi. Ben o zaman Lise 2'deydim ve daha çok okulla ilgiliydim. 

-Lisede sadece futbol mu vardı hayatınızda 

Benim bir de şiir tutkum vardı. Nerden geldi bilmiyorum, belki doğaya duyduğum hayranlıktan da olabilir, herkes roman okumaya çalışırken ben şiir kitabı okurdum. Orhan Veli Kanık, Ümit Yaşar Oğuzcan daha sonraları Necip Fazıl, Mehmet Akif, Abdürrahim Karakoç. Şiir belki içinde bulunduğum o his dünyasının sonucuydu. 

Yazdığım şiirlerin çoğunu kaybettim. Çok savruk yaşadım. Bir şeyleri kayıt altına alayım, evrak tutayım olmadı. Futbol oynadığım dönemlerde gazete ve dergilerden bütün fotoğraflarımı annem topladı. Teknik Direktörlük ile haberleri de hala annem kesip toplar. 

-Gömeçspor günlerine dönelim, o sırada sizi "Tahta bacak" diye çağırdıklarını duydum. 

Dayımla Gömeçspor'da birlikte oynuyorduk. Son bir maçı oynuyoruz, dayımı da çağırdılar o gün kadro eksik, kendi fırınları var, sabahtan akşama yoruluyor zaten. O sol bek ben de onun önünde oynuyorum, sol orta saha. Biraz zayıf, çelimsizdim, dayım bana hep maç içinde "tahta bacak koş, tahta bacak gel, tahta bacak git." derken adım bir süre tahta bacak kaldı. 

O dönemde yetenek görmüş olmalı hocalar, hemen her mevkii de gözü kapalı beni oynatıyorlardı. 

-Önce Ayvalıkspor ardından da Akhisarspor günleri... 

İlk profesyonel olduğum Ayvalıkspor'dan sonra Akhisar'a transfer oldum. Orada takımın en genç oyuncusuyum ve libero oynuyorum. Akhisar Emniyet Müdürü bir maçımı izlemiş ve beğenmiş. Hediye olarak bana bir krampon hediye etti. Ama krampon 44 numara benim ayağım ise 42 buçuk. O dönem yokluk da var, krampon büyük diye bir kenara bırakıp koymadım. Üç dört çift çorabı üst üste giyip o 44 numara krampon ile profesyonel maçlara çıkıyordum. 

  

-1990 yılında 20 yaşında Karşıyaka'ya geldiniz. 

Karşıyaka'nın bizi istemesi müthiş bir şeydi. Ben Akhisar'da oynarken benim ilk hedefim İzmir'e transfer olmaktı. 

 -Sonraki hedefiniz neydi? 

İstanbul'du. 

-Karşıyaka'ya transferiniz aile içinde nasıl karşılandı? 

Gömeç'te otobüse binmeden annemin elini öptüm. Annem, "Ailen için başarmak zorundasın, başarmadan da geri dönme " dedi. Bu beni çok etkiledi. Karşıyaka'daki üç yılım boyunca bir tek kız arkadaşım bile olmadı, ben sadece hedefe kilitlenmiştim. Başarmak zorundaydım, başarmaktan başka şansım yoktu.  

-Karşıyaka'nın güçlü bir kadrosu vardı.  

 O zaman Karşıyaka, Altay birinci ligde, Göztepe de ikinci ligdeydi. Karşıyaka hayallerimin bir noktada başlangıç ve en önemli noktası oldu. Karşıyaka'da oynarken  İlk defa Ümit Mili Takım'a seçildim. Fatih Terim Ümit Milli Takım Teknik Direktörü'ydü o zaman. A Milli Takım'a seçildim oynamasamda... 

-Yalı'daki tesislerde yapılan antrenmana bile çok sayıda taraftar gelirdi. 

Karşıyaka'nın öyle özel bir taraftarı vardı. Bilhassa Perşembe çift kalelerde bizim idmana 3 bin kişi geldiğini hatırlıyoruz. 

-Hakkınızda transfer söylentileri çıkmaya başlamıştı. Karşıyaka'dayken hangi takımlar istiyordu sizi? 

O zaman için Gaziantep, Trabzonspor, Kocaelispor, Fenerbahçe ve Galatasaray istiyordu.  

-Galatasaray'ı tercih ettiniz. 

Ben bir 9 Şubat günü doğum günüm olduğu için unutmuyorum, Galatasaray'a söz verdim. Biz Yusuf'la(Tepekule) Galatasaray'a söz verdiğimiz için, para yönünden de çok kısıtlı bir paraya, sözümüzü tutalım diye gittik. Kocaelispor Başkanı Sefa Sirmen, Fenerbahçe'den Metin Aşık, Cemil Turan iki kat, üç kat paraya bizi istemişlerdi ama bizim o günkü şartlarda paraya çok ihtiyacımız olmasına rağmen Yusuf da, ben de söz verdik diye Galatasaray'a gittik kuzu kuzu. 

-Kuzu kuzu? 

Renk aşkından değil ama verdiğimiz sözden Galatasaray'a gittik. Ogün Altıparmak bizi Fenerbahçe adına ikna etmek için "Babanız olsaydı büyüğünüz olsaydı böyle davranmazdınız" dedi. Ben de "Ogün Ağabey, insan hayatta bazı değerler için yaşıyor" dedim ve 23 yaşında bu sözü söyleyip Galatasaray'a gittim. Zaman Ogün Ağabey'i haklı çıkardı. Çünkü Galatasaray'dan aynı duyarlılığı göremedik. 

  

  

-Galatasaray'a söz verirken ne etkili olmuştu? 

Ben Galatasaray'a gitmek istemiyordum açıkçası. Çünkü orada kurulu bir düzen vardı. Adnan Polat futbol şube sorumlusuydu, onunla görüştük.  Adnan Polat bize Avrupa Şampiyonu olacak bir takımın çekirdeğini oluşturuyoruz dedi. Yusuf'la göz öze geldik, açıkçası şaşırmıştık. Hayatımız boyunca he hedef peşinde koşmuştuk. Öte yandan Fenerbahçe ile görüşmelerimiz de oldu. Metin Aşık bize her hangi bir projeden söz etmedi. Yusuf'la kafa kafaya verdik ve "Galatasaray'a gidelim" dedik.  

-Galatasaray'a gittikten sonra birden çok kırılma noktası oldu yaşamınızda... 

Evet, birincisi Adnan Polat transferden önce Alman stoper Reinhard Stumpf'u göndereceğini ve Falco Götz, Bülent ve Mert Korkmaz ile takımın stoperi olacağımı söylemişti. Ancak Stumpf gönderilmedi.  

-Yine deTeknik Direktör Reiner Holmann'ın gözüne girmeyi başardınız. 

Evet ama o sırada hayatımı derinden etkileyen bir  başka olayı yaşadım. Ankara'da, Beşiktaş ile oynanacak Cumhurbaşkanlığı Kupası Finali öncesi kampa girdik. Bize verilen serbest zamanda bir arkadaşımın peşine takılıp ziyarete gittik. Ziyaret ettiğimiz yerde bize Siirt'te yaygın bir yemek olan kitel ikram ettiler. Yedik ama onun bana dokunduğunu hissettim. Akşam kamp yaptığımız otelde de tavuk yemiştim, o da zehirledi beni. Kader işte. 

-Aynı gün içinde iki kez zehirlendiniz... 

Maç öncesi bütün gecem mide bulantısı, ağrı, sızı, ishal ve kusma ile geçti. Ben Bülent Korkmaz ile aynı odada kalıyordum. Sabah kahvaltıya inemeyince takım doktoru Burhan Uslu odaya geldi ve beni o halde görünce yanındaki masör Mehmet Akpençe'ye dönüp, "Cihat gidiyor birşey yapmamız lazım Mehmet" diye seslendi. Hemen ambulans isteniyor ancak Adnan Sezgin, sansasyon olur gerekçesiyle ambulansın gelmesine izin vermiyor. 

-Bu nasıl olur?! 

Holmann da  odaya geliyor ve kireç gibi olmuş yüzümü görünce korkup hemen odadan çıkıyor. Çevremdeki bütün o telaş ve uğultu içinde "Cihat ölüyor" haykırışını çok net hatırlıyorum. Orada ölümün bana yakın olduğunu hissettim. Tam kendimi bırakma noktasına gelmiştim ki annem ve dört kardeşim gözümün önüne geldi. "Ben ölürsem onların hali ne olur, ne yaparlar bensiz" dedim içimden. Onlar için yaşamak zorundaydım ve son bir gayretle, "Allahım bana bir şans daha ver" diyebildim. Sonra herşey karardı, kendimden geçmişim.  

-O şans size verildi. 

Şükürler olsun. Allah'ın lütuf ve ihsanı. 

-Galatasaray'da yaşadığınız sıkıntıların sonu gelmiyor... 

Sakatlıklar da var öyle ama işin aslı benim yerimde oynayan Bülent ve Stumpf benden daha iyiydi.Ben şunu diyemem, ben Bülent'ten iyiyim, ben Stumpf'dan iyiyim diyemem. Belki ben Stumpf'dan daha yetenekliydim ama o çok disiplinliydi, inanılmaz kuvvetliydi, benim onu geçme şansım çok azdı. O an için onu geçmeye hazır değildim. Ben daha çok o sistem için dişlilerden biriydim. 

  

  -AKŞAM BARCELONA MAÇI SABAHA FİRAR-


- Sezon sonuna doğru askerlik vakti gelip çatıyor... 

Zaten bakaya durumundaydım. 5 Nisan Kararları arasında asker kaçakları ile ilgili maddeler vardı. O zaman Galatasaray'da benim de aralarında olduğum 7 ya da 8 futbolcu askere çağrıldı. Benim dışımdaki tüm futbolcular Ankara'da silah altına alındı, ben ise Hatay Serinyol'a gittim. 

-Tek siz ayrı bir yerde silah altına alındınız. 

Evet. Diğerleri 20 gün sonra İstanbul'a döndü, ben ise 68 gün sonra döndüm ama İstanbul'a değil tabii. Onlar piyade ben ise jandarma oldum. Benim dağıtımım Kocaeli İl Jandarma Komutanlığı'na yapıldı. İl Alay Komutanı da Veli Küçük.Bir şekilde İstanbul'a dönemedim yani. O süreci nasıl anlatayım yani... 

- Galatasaray'ın çalışmalarına katılamıyordunuz öyle mi? 

İdman izni vermiyordu Veli Paşa. Bütün asker arkadaşlarım beş, altı gün takımla çalışırken bana izin çıkmadı. Sadece maç günleri izin veriliyordu. Altı gün idmana çıkmazsan eğer amatör takımda bile kadroya giremezsin. Kaldı ki ben Galatasaray'da tutunmaya çalışıyorum, oynamaya gayret ediyorum. O dönemde Kocaeli ile tesislerin bulunduğu Florya arası 45 dakika . Bütün asker arkadaşlarım idmanlara düzenli olarak katılırken ben katılamadım. Burada bir eşitsizlik var aslında.Diğerlerine olan bana da olmalıydı. 

-Siz izin istediğinizde ne yanıt veriliyordu... 

Bir şekilde gidemeyeceğim söyleniyordu.  

-Galatasaray kurumsal olarak size izin almak amacıyla çaba göstermedi mi? 

Hem başkan Alp Yalman hem de Futbol Şube Sorumlusu Adnan Polat,Veli Küçük ile izin konusunu görüştü ama sonuç çıkmadı. Mümkün olmadı. 

-Avrupa maçları? 

Avrupa maçı olduğu zaman bölük komutanı, ya da alay komutanından bağımsız olarak Genel Kurmay'dan izin geliyordu. Mesela 1994'ün Eylül ayıydı.Şampiyonlar Ligi'nde bir Barcelona maçı öncesi Cumartesi günü izin geldi bana, o gün takıma katıldım, ter idmanına çıktım. Pazar günü  lig maçı vardı,Pazartesi günü de takım ile çalışmaya çıkınca Teknik Direktör Saftig ilk kez gördü beni, beğendi ve hemen Barcelona maç kadrosuna dahil etti. Barcelona'da Saftig beni son 25 dakika oyuna soktu.O sırada 2-1 yeniliyorduk ve ben bir gol kaçırdım. Karşılaşma o skorla da bitti. Şampiyonlar Ligi karşılaşmaları 21:45'de başlar 23:30 gibi biter. Uçağımız 3 gibi Barcelona'dan kalktı, sabah 07:30 gibi İstanbul'a indik, tesislere gittik. Beni Kocaeli İl Jandarma Alay Komutanlığı'ndan aradılar: " Cihat, komutan senin firarını veriyor" dediler. Gece şampiyonlar ligi maçını oynadım, sabahına benim firarım veriliyordu.Ben de Veli Küçük'ün yanına gittim ve "Komutanım bunu bana niye yapıyorsunuz" demek zorunda kaldım. 

-Ne dedi? 

Hiçbir şey söylemedi. Maçı izlediğini söylemekle yetindi. Sonra görev yerime geri döndüm. 

-Ne kadar sürdü  bu durum? 

Askerliğim süresince. Ben 18 ay askerlik yaptım. 

 

-ÇOK DİNCİYMİŞSİN!-

-Galatasaray nasıl bitti? 

Galatasaray hiç başlamadı desek daha doğru. Çünkü ben hiç başlamış gibi hissetmiyorum. Bana sorduklarında da "Bir ara denk gelmiştik" diyorum. 

-Sonra? 

Sonra kiralıklar var. Denizlispor var, Eskişehirspor var.Sonra benim için acıdır Zeytinburnu'na peşkeş çekildim, o var. Ergun Gürsoy, bana "Namaz kılıyormuşsun, çok dinciymişsin" dedi.Beni Çanakkale Dardanel isterken, o tercihini Zeytinburnu'na bedelsiz olarak vererek kullandı. Öyle enteresan yani. 

-Kara propaganda mı yürütüldü hakkınızda... 

Yok estağfurullah, insanların benden kaynaklanan böyle bir algısı vardı herhalde. Benim ağrıma giden çok iyi sözleşmelerle isteyen takımlar varken küme düşmüş Zeytinburnu'na bedelsiz olarak verildim. Bu insan haklarına bile aykırı. 

- Kızdığınızda ne yaparsınız? 

Şu hayatta kimseye zarar vermediğimi düşünüyorum. Hiç kimseye. Kasten kimseye zarar vermedim. Ama kendime çok zarar verdim. Onun da çok sıkıntısını yaşadım. İçimde bir şiddet hissi uyandıysa, ya gittim tahtaya vurdum, ya duvara vurdum ya camı kırdım. Yani kimseye zarar vermek istemedim. Çünkü herkesin bir değeri olduğuna inanıyorum. 

-Gaziantep, Yozgat,Kayseri, Kocaeli... Sonra Evliya Çelebi gibi dolaştınız takım takım. 

Zeytinburnu'ndayken evlendim. Eşim'e "deniz kenarı olmayan bir yerde bulunmam en kötü ihtimalle nehir olmalı" demiştim. Ondan sonra dört sene dere bile görmedim. 

-Futbolculuk öykünüz Kasımpaşa'da son bulurken orada yeni bir başlangıca merhaba dediniz. 

Takımın başına Werner Lorant'ı getirmişlerdi. Onunla altıda sıfır yaptık. Bırakın karşı kaleye gitmeyi korner bile atamıyoruz. Bir Bursaspor maçı öncesiydi beni kadroya almadı, ben de futbolu bırakmak için bahane arıyordum, Cumartesi günü eşimi aradım," hadi gözün aydın, futbolu bıraktım" dedim; Pazar günü takım maçı kaybetti. Kasımpaşa yönetimi Pazartesi günü bana antrenörlük teklifinde bulundu, öyle bir başlangıç oldu.  

-Zorlanmadan kısa sürede uyumlu bir futbolcu ekibi oluşturduğunuzu biliyoruz. Bunun dışında kendinizi teknik direktör olarak nasıl görüyorsunuz? 

Futbolcu grubunu bir amaç etrafında motive etmek önemli. O konuda tevazu göstermeyeceğim. Bunu ilk defa açıklıyorum, motivasyon konusunda çok iddialı olduğumu söyleyebilirim. 

-Beğendiğiniz teknik adamlar var mı? 

Olmaz mı. Fatih Terim'in inandırıcılığını seviyorum mesela. Bizim gözümüzün içine baka baka" Biz bunları yeneriz" dediğinde biz o rakipleri yenerdik. O önce kendisi inanıyordu sonra bizi inandırıyordu. Sonra Lucescu önemli bir teknik direktördür. Futbolculuk dönemimde İvan Küçükov da bana önemli kapılar açmıştır. Ama benim örnek aldığım kişiler futbol dünyasından olmadı hiçbir zaman. Örneğin İspanya'yı fethe giden ve Cebelitarık'ı geçtikten sonra karaya çıkan ordusunun geri dönememesi için gemilerini yakan Arap Komutan Tarık Bin Ziyad kişilik olarak örnek aldığım bir şahsiyettir . 

-Teknik Direktörlük 'de de çok rahat yüzü görmediniz. Aradaki aşamaları geçiyorum ve Karşıyaka'ya gelişinizi konuşalım istiyorum. Karşıyaka Teknik Direktörlüğü için ilk tercih değildiniz. 

Zoraki tercihtim ben. 

-Sene içinde iki ayrı takımla oynadınız neredeyse. Transfer edilen futbolcuların çoğu gözden düşmüş, çıkış bekleyen oyunculardı. Ama takım olarak alınan sonuçların ötesinde  öyle bir mücadeleci ruh ortaya koydunuz ki başta Karşıyaka taraftarı olmak üzere birçok çevrenin takdirini kazandınız. 

Karşıyaka'ya bir teşekkür borcum vardı benim aslında.Gerçi futbolcu olarak Karşıyaka'dan giderken para kazandırdım ama Karşıyaka bana futbol yaşamımda önemli kapılar araladı. Bu nedenle samimi olarak söylüyorum, Karşıyaka benim hayatımda çok önemli bir yere sahip. İlk göz ağrım benim Karşıyaka'dır, bu nedenle böyle de bir kimliğimiz var. Böyle bakınca Karşıyaka'ya hizmet etme anlamında bir şans verildi bana zoraki de olsa, sonradan da olsa. Aslında bu bir nevi benim Karşıyaka'ya teşekkürümdü. Bu mücadelem ve takımla birlikte ayakta kalabilme gayreti...Bir teşekkürdü. Camiam zarar görmesin istedim, bu camiaya bir şey verebilmek için  çok dertlendim. Belki de bu samimiyetin karşısında Allah bu sene bize ayakta kalabilmeyi nasip etti. 

- Aynı samimiyetle yanıt verin o zaman...Teknik direktör olarak hedefiniz nedir? 

Biz Yugoslav göçmeniyiz ,  vatanımızı iki kere severiz. Çünkü vatansızlığın ne anlama geldiğini iyi biliriz. Şu güzel vatana kendimi görevli hissediyorum. Futbolsa futbol, başka şeyse başka şey. A Milli Takım'a seçildim ama o formayı giyemedim, içimde yara oldu. Bir gün olabilir mi diyorum.En azından bir gün orada bulunmayı istiyorum.Bu ideal tabi, olur olmaz ama bu millete bu ülkeye bu devlete hizmet etmek istiyorum. Benim hizmet edebileceğim tek yer futbol.Bu idealden büyük ne olur bilmiyorum. 

-Aile içinde kim hangi takımı tutuyor? 

Eşim Fenerbahçeli. Büyük oğlum Hamza Galatasaraylı. Küçük oğlum Ahmet Burak Fenerbahçeli. 

-Röportajı siz bağlayın hocam.. 

Bu söyleşide eşim Nur Hanımı anmazsam haksızlık olur. Hanım ve çocuklar çok büyük fedakarlık yaptı. Yükün en büyüğünü onlar aldı. Biz çocuk büyütüyoruz ama ben çocuğun nasıl büyüdüğünü bilmiyorum.Benim hayatım kamplarda geçti, çocuğum hastaneye kaldırılmış benim haberim olmuyordu. Bu sıkıntılarla hanım mücadele etti. O, matematik alanında akademik kariyer planlarını bir kenara bıraktı ve aile içinde çok önemli sorumluluklar üstlendi. Hayatı tek başına geçirdikleri için hep birbirimizi özlediğimiz için onlara da teşekkür etmek gerekiyor. Çok fazla hakları var üzerimizde. 

-Teşekkür ederim. 

Ben teşekkür ederim. 

  

 

29 Mayıs 2013
Yazdır   |   Paylaş
 
Bu yazı için yapılan yorumlar ( 0 ) + Yorum Yaz

Yorum bulunamadı !..

 
facebook.com/HaberEgeli
 
Diğer Haberler
2015 Yılı Burç Analizi
Fenerbahçe başkanı olmadığı hatırlatıldı
İmzaya geldi
Yönetimi uyardı
Burası eğlence yeri değil
Sneijder, taraftarı heyecanlandırdı
Bursaspor, yıldız oyuncusuna kavuştu
Almeida: İdmanlar yorucu
G.Saray, sponsoruyla nikah tazeledi
Es-Es’te görev dağılımı yapıldı
Antalyaspor’da görev dağılımı yapıldı
Fatih Altaylı'dan ortalığı karıştıracak iddialar
Kulübedeki dik duruşlu Arslan
Kulübedeki dik duruşlu Arslan
Kulübedeki dik duruşlu Arslan
 
+ Çok okunan haberler

WEB TV Tüm videolar
Deplasmanda plasebo
 
Şeyhim kainata alışamadım
 
 
FOTO GALERİ Tüm galeriler
 
 
 
? Anket
 
   
Spor Kent Haberleri Politika Ekonomi Yazarlar Sağlık Eğitim Asayiş Kültür Sanat Yaşam Dünya Magazin
facebook.com/haberegeli twitter.com/haberegeli Google+   Anasayfam Yap
Sık Kullanılanlara Ekle
Künye
Sitene Ekle
İletişim

© Copyrigth 2013 haberegeli.com tüm hakları saklıdır
  Sitemiz abonesidir