Tatil için geldiği Türkiye’de beyin ölümü gerçekleşen 24 yaşındaki İngiliz vatandaşı Nathan Dean Anderson’un karaciğer ve böbreği ile hayat bulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ve Türk vatandaşı Latif Barut (57), organ naklinin gerçekleştirildiği Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Hastanesi’nde mutluluk gözyaşı döktü.
Kıbrıs’ta şoförlükten emekli olan ve 2009’da safra kesesi ameliyatı geçirdikten sonra 2010’dan beri DEÜ Hastanesi’nde karaciğer yetmezliği tedavisi gören, böbreğinin de iflas etmesi üzerine çifte nakil için listeye alınan üç çocuk babası Latif Barut, yatmakta olduğu DEÜ Hastanesi’nde 24 Eylül 2013’te gerçekleştirilen başarılı operasyon sonrası yeniden doğduğunu belirtti.
Eş zamanlı yapılan operasyonda; Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Organ Nakil Merkezi Mesul Müdürü Prof. Dr. İbrahim Astarcıoğlu ve ekibindeki Doç. Dr. Tarkan Ünek karaciğer naklini, Prof. Dr. Seymen Bora ve ekibi de böbrek naklini gerçekleştirdi. Prof. Dr. Astarcıoğlu hastanın durumunun hızla iyiye gittiğini belirtti.
Latif Barut, organ beklediği 3 yıllık süreçte her ay İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’ne gelerek kontrollerini yaptırdığını, tedavi olduğunu, bağış umudunu ise hiç yitirmediğini belirterek, iki organın birden bulunmasının büyük şans olduğunu ifade etti.
Sevinç gözyaşları döken Barut, “Bağış haberi geldiğinde hastanede yatıyordum, dünyalar benim oldu. Donör ailesine sonsuz teşekkür ediyorum. Doktorlarım bana yeni bir yaşam hediye ettiler, minnettarım. Yeni hayatların kurtulabilmesi için herkesi organ bağışına davet ediyorum” diye konuştu.
KKTC Konsolosu moral verdi, bağış çağrısı yaptı
Yavru Vatan’dan tedavi için İzmir’e gelen Latif Barut’a Türkiye’de desteklerini esirgemeyen KKTC Konsolosu Uğur Umar da, KKTC Eğitim ve Kültür Ateşesi Mehmet Öznacar ile birlikte Latif Barut’u ziyaret ederek geçmiş olsun dileklerini iletti.
Konsolos Uğur Umar, “Latif Bey çifte vatandaşlığı olan bir hastamız. Kendisi bir umutla devamlı gelip gidiyordu. Nakil gerçekleşti çok mutluyuz. Organ bağışı çok önemli. Gerek bizim ülkemiz, gerekse Türkiye’de oldukça sorunlu bir konu. Çağımızda insanlığa bir miras bırakmak istiyorsak organ bağışına duyarlı olmalıyız” dedi.
Prof. Dr.Astarcıoğlu, Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde kadavradan hem karaciğer hem böbrek naklinin ilk kez gerçekleştiğini belirterek, daha önce 5’i eş zamanlı, biri önce böbrek, ardından karaciğer olmak üzere aynı hastaya 6 adet aynı canlı vericiden karaciğer ve böbrek nakli yaptıklarını ifade etti.
Nakillerde sayısal düşüş var, yeni düzenleme yapılmalı DEÜ Hastanesi’nde 1992’den bu yana böbrek, 1997’den itibaren de karaciğer nakilleri yapıldığını, ancak son dönemde Türkiye’deki tüm kamu nakil merkezlerinde olduğu gibi kendi merkezlerinde de nakillerde sayısal düşüş yaşadıklarına dikkat çeken Prof. Dr. Astarcıoğlu, sistemde düzenleme yapılmasının şart olduğunu belirterek şu bilgileri verdi:
“Organ nakillerinde kamuda sadece İzmir değil Türkiye genelinde hızlı düşüş var. Nakillerin yüzde 60’ı özel merkezlere kaymış durumda. Bu da eşit olmayan rekabet koşullarını beraberinde getiriyor. Bugün Türkiye’de yapılan organ nakillerinin yüzde 98’i böbrek ve karaciğer nakli. 2012’de yaklaşık 3000 böbrek, 1000 karaciğer nakli gerçekleştirildi.Kamu ve özel nakil merkezlerine, SGK nakil başına aynı ödemeyi yapmasına rağmen, bu gelirin özel nakil merkezlerindeki dağılım oranı, kamu nakil merkezlerindekine göre çok daha avantajlı bir şekilde, nakil yapan ekip lehine gerçekleşmektedir. Bu farklılık, nakil ekiplerinin maddi avantaj nedeniyle, giderek özel nakil merkezlerine kaymasına neden olmakta ve buna paralel olarak bu merkezler alıcı havuzuna da hakim olmaktadırlar. Bunun sonucunda, kamu nakil merkezlerinin nakil etkinlikleri giderek azalmakta ve yeni nesillerin eğitimi ve bu alandaki temel araştırmalar olumsuz yönde etkilenmektedir.
Bu gidişle, önlem alınmadığı takdirde, kamu nakil hastanelerinde nakil etkinliği “yapılıyormuş gibi” durumuna düşecektir. Ayrıca, özel nakil merkezleri işleyişlerinin tabiatı gereği, sistemden aldıklarından çok daha az oranda (%5-10) sisteme kadavra donör sunmaktadırlar. Kadavra donör temini, uzun süreli yoğun bakım yatışlarını, tanı ve tedavi süreçlerini gerektirmektedir. Bu sürece, beyin ölümü tanısı ve bağış sürecinin de eklenmesi, yoğun bakımda kalış süresini uzatmaktadır. Üstelik beyin ölümü gerçekleşen hastanın ailesi organ bağışında bulunduğu takdirde bu hastadan prensip olarak ücret alınmamaktadır. Tabiî ki böyle bir hasta potansiyeli özel hastanelerin işleyişi ile bağdaşmayacağı için özel nakil merkezleri kamu hastanelerinden kadavra organ temin etmeyi tercih etmektedirler. Ülkemizde 2012 yılı ve 2013 yılı ilk dokuz aylık beyin ölümü ve kadavradan organ teminini verilerini karşılaştırdığımızda hem beyin ölümü tespitlerinin hem de kadavradan organ temininin yüzde 10 oranında azaldığını görmekteyiz. Bu azalmanın temel nedenleri arasında kamunun şu soruyu sormasının rolü olduğu düşünülebilir: “Karşılıksız bağışladığım organlar ne kadar karşılıksız takılıyor?”
İzmir Organ Nakli Merkezi’nin kurulması için çalışma başlatıldı
Bir diğer konu, Kadavra Nakil Programı’nda Türkiye, kadavradan organ temini sayısını arttırmak istiyor. Ülkemizde 2012 yılında milyon kişi başına 4.7 kadavra donör temin edilebiliyor. Bu oran İspanya’da milyon kişi başına 35. Dolayısıyla bu ülkede yapılan tüm organ nakillerinin ancak yüzde 2’si canlı verici kaynaklı. Oysa ülkemizde böbrek için yüzde 80, karaciğer için de yüzde 75 oranında canlı vericiler organ kaynağı olarak kullanılıyor. Kadavra verici sisteminin gelişmesi lazım ki canlı verici kaynağının yerini mümkün olduğu kadar kadavra verici kaynağı alsın. Biz İzmir’de kamu nakil merkezlerinin tekrar güçlenmesi ve bu alanda daha etkin eğitim ve araştırma hizmeti verebilmesi için Sağlık Bakanlığı’na bağlı diğer kamu hastaneleri ile birlikte bir ‘İzmir Organ Nakli Merkezi’ veya ‘İzmir Organ Nakli Enstitüsü’ kurmak üzere ön çalışma başlattık. Belli bir olgunluğa eriştirdikten sonra Ankara’ya ileteceğiz” dedi.