ABD'deki temasları kapsamında Carnegie Endowment for International Peace'te 'Türkiye'nin Demokratikleşme Süreci: Başarılar ve Zorluklar Konferansı'nda konuşan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Türkiye'de geçmişte konuşulması bile tabu sayılan konularda yasakları kaldırdıklarını söyledi.
KONFERANS ÖNCESİ PROTESTO GÖSTERİSİ
Bülent Arınç'ın konuşmasını yapacağı bina önünde bulunan 5 kişilik grup ellerindeki dövizler hükümeti protesto etti. Arınç'ın aracından inişi sırasında da 'Mustafa Kemal'in askerleriyiz', 'Bu daha başlangıç mücadaleye devam' şeklinde sloganlar atılırken Arınç direkt binaya yöneldi. Konferansta konuşmasında "Özellikle Obama döneminde ve onun öncesinde de Türkiye, ABD için önemliydi" diyen Arınç, model ortaklığın, stratejik ittifakın, hem bölge barışıyla hem dünya konularıyla iki ülkenin çıkarlarının üst üste gelmesinin Türkiye ile ABD'nin birbirlerine daha güçlü şekilde bağlanmalarına neden olduğunu vurguladı.
KAZANMAK İSTİYORUZ VE KAZANACAĞIMIZI DA İNANIYORUZ
11 yılda üçü genel, ikisi yerel seçim ve ikisi referandum olmak üzere 7 seçim süreci yaşadıklarını belirten Arınç, "Bir parti düşünün 11 yılda 7 seçime gidiyor, üçü milletvekili, iki yerel seçim ve iki referandum. Yedisinde de muvaffak oluyor. 4 ay sonra yapılacak yerel seçimlerde de iddialıyız, kazanmak istiyoruz ve kazanacağımızı da inanıyoruz. Ama ondan iki ay sonra daha büyük bir seçim var. O da ilk defa halkın kendi oylarıyla iki dereceli bir seçim sistemiyle seçeceği cumhurbaşkanıdır. Takriben haziran ayında Cumhurbaşkanımızın süresi dolduğu için bu sefer 5 yıllığına yeni bir cumhurbaşkanı seçilecek. Kim aday olacak, kim seçilecek onu bugünden söyleyemem. Ama o seçim de bizim partimiz için önemli, çünkü istiyoruz ki partimizin gösterdiği bir aday büyük ölçüde oy alsın ve seçimleri kazansın" dedi.
SİYASİ PARTİLER BİRBİRLERİNİN RAKİPLERİDİR, DÜŞMANLARI DEĞİL
Türkiye'nin önündeki önemli süreçte AK Parti'nin yıpratılmak istendiğini belirten Arınç, "Bu, doğaldır. Doğal olan hiçbir şeyi eleştirme hakkımız yok" dedi.
ARINÇ PROTESTOYU DEĞERLENDİRDİ
Konferansın yapılacağı salona gelirken yaşanan protesto gösterisini değerlendiren Arınç, "Barışçıl bir gösteriydi. Saldırmak, kavga etmek, dövüş yapmak yoktu. Bunlara peşinen 'evet' diyoruz, bu gösteriler olmalı. Hiç kimse her şeyden memnun olmak zorunda değil. Muhalefet de olacak, iktidar da olacak. Türkiye'de de böyle. Ama demokrasilerdeki muhalefetin de siyasi kavgalarında demokrasi ölçüleri içerisinde olması lazım. Siyasi partiler birbirlerinin ancak rakipleridir, düşmanları değildir. Rakipleriyle siyasette mücadele etmek seçime girmektir, oy almaktır ve diğerledir" değerlendirmesinde bulundu.
SİHİRLİ CÜMLE; YÖNETİMDE İSTİKRAR, TEMSİLDE ADALET
Arınç, Türkiye'de demokratik parlamenter sistem olduğunu hatırlatarak, ABD'de iki parti egemenliğinin aksine Türkiye'de legal, mevcut olduğunu bildikleri 76 siyasi partinin bulunduğunu aktardı. Yaklaşık 40 yıldır siyasetin içinde olduğunu belirten Arınç, 11 yıldır bir partinin tek başına iktidar olmasının Türkiye için ne kadar önem taşıdığını gördüğünü söyledii. Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü: "İtiraf etmeliyim Türkiye'de koalisyon kültürü gelişmedi, yani iki parti, üç parti, dört parti bir araya gelse de hükümet kursa, ülkeyi birlikte yönetseler çok güzel olur. Avrupa'da bu var. Bazı partiler seçimlere birlikte katılıyor ve birlikte koalisyon kuruyorlar. Bizde geçmiş dönemlerde üç partili, dört partili, beş partili koalisyon hükümetleri kuruldu ama hiçbiri başarılı olamadı. Cumhuriyetin 90. yılındayız, 90 yılda tam 61 hükümet kuruldu Türkiye'de. 90 yılı 61'e bölerseniz bir yıl üç ay hükümetlerin ömrü. Bazen iki ay sürmüş, bazen 1,5 yıl sürmüş, bazen yedi ay sürmüş. Güçlü liderlik olmamış, koalisyon mantalitesi olmamış, bakanlık sayısı artmış ama koalisyon hükümetleri başarılı icraat yapamamışlar."
Temsilde adalet ve yönetimde istikrarın önemine işaret eden Arınç, "Parçalı siyaset Türkiye'de faydalı olmadı. İki kere iki eşittir dört. Nasıl bağdaştıracağız? Çok zor, sihirli bir cümle; yönetimde istikrar, temsilde adalet" diye konuştu.
Türkiye'deki seçim sisteminin tartışılabileceğini aktaran Arınç, ancak yönetimde istikrarı 11 yıldan beri çok iyi yakaladıklarını vurguladı. Arınç, tüm çalışmaları bu istikrar sayesinde yaptıklarını ifade etti.
HERGÜN KAYMAKLI BAKLAVA YENMEZ
Aradan geçen sürede iktidarda bulunan bir partinin yıpranmasının mümkün olduğuna değinen Arınç, 'yüz eskimesi'ne vurgu yaptı. "Hergün kaymaklı baklava yenmez" diyen Arınç, "Yüz eskimesi olabilir. İşte ben daha fazla yüzüm eskimesin diye 1, 5 yıl sonra siyaseti bırakıyorum. Herkes keşke bunu yapabilse. Yüz eskitmemek lazım, yıpranmamak lazım, yıpranmamak için devamlı bir değişim içinde olmak lazım. Yeni şeyler yapmak lazım, çıtayı yükseltmek lazım, hizmete endeksli bir siyaseti güçlendirmemiz lazım" ifadesini kullandı.
Türkiye'de yapılan anketlere göre, halkın en çok sağlık sisteminden memnuniyet duyduğunu anlatan Arınç, "Darısı Amerika'nın başına" dedi.
SOKAKTAKİ BİR İNSAN BAŞBAKANIN GİTTİĞİ HASTANEDE TEDAVİ OLABİLİYOR
Ankete katılanların yüzde 70'nin sağlık sisteminden dolayı hükümete teşekkür ettiğini belirten Arınç, sistemin oluşturulmasında etkili olan dönemin sağlık bakanının şimdi Harvard Üniversitesi'nde ders vermeye başladığını anlattı. Arınç, "Sokaktaki bir insan başbakanın gittiği hastanede tedavi olabiliyor. Hastanesini, doktorunu seçme imkanı var" diye konuştu.
Arınç, ulaşım, enerji ve eğitim alanındaki hizmetlere de değinerek, ekonomide iyi bir durumda olduklarını vurguladı. 2008-2009 yıllarındaki global ekonomik krizden en az etkilenen ülkenin Türkiye olduğunu dile getiren Arınç, büyüme hızının hiç düşmediğini vurguladı. Üretim, ihracat ve milli gelirin arttığını aktaran Arınç, yüzde 9 büyüme hızını iki defa gördüklerini, şimdiki hızlarının ise yüzde 2,5 olduğunu belirtti. Arınç, demokratikleşme konusunda önemli adımlar attıklarını belirterek Türkiye'de çok partili hayata 1950'lerde başlandığını, sonraki 63 yılın belirli dönemlerinin askeri darbelerle geçtiğini aktardı. Son 11 yılda demokratikleşme konusunda ciddi başarılara imza atıldığını vurgulayan Arınç, devlet güvenlik mahkemeleri ve olağanüstü halin kaldırılması ile ombudsmanlık sisteminin de aralarında bulunduğu gerçekleştirilen çalışmalardan örnekler verdi.
"Bugüne kadar demokratikleşme paketleri adı altında çok şeyler yaptık" diyen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, şunları kaydetti: "En son paketimiz Sayın Başbakan tarafından 30 Eylül'de açıklandı. Burada çok önemli, geçmişte konuşulması bile tabu sayılan çok önemli konularda yasakları kaldırıyoruz, siyasi partileri güçlendiriyoruz, siyasi propaganlarında Türkçe'den başka dilde yapılmasını önünüze getiriyoruz, Türkçe'den başka dilde parti programlarının, partilerin referans alabileceği kaynakların, TRT dahil olmak üzere bütün özel televizyonlarda Türkçe'den farklı dillerle propaganda yapılacağını kabul ediyor ve yasakları kaldırıyoruz. Eski isimlere tekrar dönülmesini kabul ediyoruz. Ayrımcılık sayılan pek çok unsurları yönetmeliklerle ortadan kaldırıyoruz. Siyasi partilerin teşkilatlanmasında bütün engelleri kaldırıyoruz, herkes seçime katılma hakkını kazanabilsin diye. 30 Eylül'den sonra bu demokratikleşme paketi içinde dini azınlıklarla ilgili iyi düzenlemeler yaptık."
SİLAHLAR SUSMALI, ARTIK TÜRKİYE'DE FİKİRLER VE SİYASET KONUŞMALI
Kürt meselesi ve terörün Türkiye'nin yıllardır yaşadığı sıkıntılı bir durum olduğunu belirten Arınç, bu konuda çok önemli adımlar atıldığını; bu önemli adımlardan birinin de silah ve şiddetin sonlandırılarak, terör örgütünün eylemden ve silahtan vazgeçmesini sağlayacak olan çözüm süreci olduğunu belirten Arınç, "Yani silahlar susmalı, artık Türkiye'de fikirler ve siyaset konuşmalı. Bunun da bugüne kadar sürdürdüğümüz kadarıyla çok şükür Türkiye'de karakol basmak, yol kesmek, araçları havaya uçurmak, mayın döşemek ve canlı bomba kullanmak gibi terör eylemleriyle sadece asker, polis değil kadın, çocuk, sivil insanların canına kastetmiş bir örgütün eylemlerinin 10 aydan beri en azından olmadığını görüyoruz. Bir kısım çekilme oldu, çekilme devam eder, edebilir, süreç devam ediyor. En son Diyarbakır'daki bir toplantıya da Irak'ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin başkanı arkadaşlarıyla birlikte geldi, 'binlerce insana, bu süreç son şansımızdır, bunu iyi kullanalım, silahtan, şiddetten uzaklaşın, sürece destek olun' diye beyanda bulundular." dedi.
ESED'İ DESTEKLEYEBİLECEK BİRTAKIM ÜLKELER IRAK İLE İLİŞKİLERİMİZİN DE BOZULMASINA YOL AÇTI
Arınç, Türkiye'nin Suriye ile 911 kilometrelik sınırının bulunduğunu, ABD'nin ise bu ülkeyle sınırdaş olmadığını aktardı. Arınç, Türkiye'nin Irak'taki yönetimle de bir sorununun bulunmadığını ifade ederek, "Ancak Suriye'deki olayların biraz daha büyümesi ve mezhepçilik ekseninde Suriye'deki olaylara farklı yaklaşımlar, yani Esed'i destekleyebilecek birtakım ülkeler Irak ile ilişkilerimizin de bozulmasına yol açtı. Ama şu anda karşılıklı ziyaretler başladı. Yakın zamanda Başbakan Maliki, Türkiye'ye gelecek, arkasından Sayın Başbakan o ülkeye gidecek. Irak ile ilişkilerimizi düzeltme noktasındayız" ifadesini kullandı.
İran ile ilişkilerde ise Suriye nedeniyle "bir soğukluk olduğunun söylenebileceğini" söyleyen Arınç, Hassan Ruhani'nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle yeni bir farklı bakış açısının bu ülkede hakim olabileceği noktasında bir öngörüye sahip olunabileceğinin söylenebileceğini belirtti. Arınç, Kıbrıs'ta beraberlik kurmanın, karşılıklı görüşmelerin bugüne kadar faydasız sonuçlar verdiğini ama Türkiye'nin bu müzakerelerde her zaman yapıcı rol oynadığını bildirdi.
GAZETECİLİK ÖNEMLİ BİR MESLEK VE TOPLUM İÇİN BÜYÜK BİR ZARURET
Arınç, özgür basının demokrasilerdeki rolü ve önemine dair soru üzerine, "Şüphesiz özgür basın çok önemli. Bu, bana çok soruluyor, özellikle Türkiye'de son birkaç yıldır gazetecilerin cezaevinde olduğu, bir kısmının tutuklu, bir kısmının hükümlü olarak, sayılarının da çok olduğu konusunda raporlar yayımlanıyor. Bu raporlara bizim Adalet Bakanlığımız itiraz ediyor, biz bazen itiraz ediyoruz ama bu eleştirileri dikkate alırız ve doğruluğu konusunda elbette çok daha dikkatli oluruz" diye konuştu.
ABD merkezli Freedom House adlı kuruluşun yetkilileriyle geçen hafta Türkiye'de bir görüşme yaptığını belirten Arınç, daha önce de Gazetecileri Koruma Komitesi, Uluslararası Basın Enstitüsü yetkilileriyle de görüştüğünü aktardı. Arınç, "Dürüst olmamız lazım, ben de dürüst olmaya çalışıyorum. Gazetecilik önemli bir meslek ve toplum için büyük bir zaruret. Yani halkın bilgilendirilmesi, halkın bilinçlendirilmesi konusunda, olaylara en çabuk ulaşmak, bilgi sahibi olmak ve kamuoyunda neler olup bittiğini veya kişilerin, kurumların neler yaptığını görmek fevkalade önemlidir" değerlendirmesinde bulundu.
Arınç, anayasada basın özgürlüğüyle ilgili hükümlerin olduğuna değinerek, "Bir basın kanunu var, 2004 yılında çıktı. Özgürlükçü bir kanun. Bugüne kadar bir itiraz da gelmedi. Daha çok yazılı basını içine alıyor. Yakın zamanda yapacağımız bir değişiklikle internet medyasını, internetteki haber portallarını da içine alacak, onlara da bir kısım avantajlar tanıyacak" dedi.
GAZETECİLİK MESLEĞİNİ YAPARKEN ALABİLDİĞİNE ÖZGÜR OLMALI
Arınç, "Burada bizim dikkat etmemiz gereken gazetecilik mesleğini yaparken, mesleğini ifa ederken bir gazeteci tehdit altında kalmamalı, ceza yememeli, cezaevine girmemeli, hatta sorguya bile alınmamalı. Gazetecilik mesleğini yaparken alabildiğine özgür olmalı. Buna kesinlikle inanıyorum. Türkiye'de çarpık bir tablo var. Bununla ilgili olarak birkaç basın mensubunun sorgulandığından bahsedilebilir. Ama ikinci ve daha büyük olan konu şudur, 'gazeteciyim' diyor mesleğini ifa ederken ama işlediği iddia edilen suçlar gazetecilik mesleğiyle ilgili değil. Yani burada tekrar ifade etmekten üzüntü duyacağım ama biz Türkiye'de 'adi suçlar' diyoruz, yani Türk Ceza Kanunu'nda bir insanı yaralamaktan öldürmeye kadar, hırsızlıktan malını zorla almaya kadar, bunlardan yüzlerce suç varsa, bunlardan birini işlediği iddia edilen gazeteciler de olabilir. Yani sorguya alındığı zaman mesleği ne? Gazeteci ama işlediği suç ne? Başka bir şey. Şimdi bunlar da hesabın içine katılıyor ve işin daha da kötüsü, bu adi suçların yanında Terörle Mücadele Kanunu'na göre sorgulanan, yargılanan, tutuklanan ve hüküm giyenler var. Bizde bir Terörle Mücadele Kanunu var. Terörden çok acı çekmiş bir ülkeyiz biz. Bu kanun en azından 20 yıllık, zaman zaman bazı değişiklikler oldu ama gövdesi devam ediyor. Bir terör örgütü, ister PKK olsun, ister bir başkası olsun, bu örgüt şiddet, silah kullanıyor, insan öldürüyor veya kamu malına zarar veriyor. Terör amacıyla bir suç işlenmişse bu kişinin kimliğinden dolayı bir imtiyazı olamaz. Yani sokakta seyyar satıcıya 'gel bakalım, sen terörle ilişkili bir suç işlemişsin', onu alıyorlar. Ama 'sen gel bakalım' dendiğinde 'ben gazeteciyim, bana karışamazsın' denilemiyor, denilmemesi de lazım" diye konuştu. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde hem İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde hem de Türkiye Anayasası'nda kanun önünde eşitliğin olduğunu belirterek, "Bir yargıç, bir hakim, karşısındaki insanı sıfatına göre değil, mesleğine göre değil, kendisinin suçlandığı meseleye göre yargılama yapıyor. Böyle de olması tabi" dedi.
Arınç, "Sizi üzmek istemem ama içeride 60'a yakın 'gazeteciyim' diyen insan var. Onun çalıştığı gazeteye bakıyorum ben, tirajı 200, sadece 200. Çalışan ben 'gazeteciyim' diyor. Sarı basın kartı derler bizde, yani belli süre gazetecilik yapmış insanlara belli avantajları olan kart verilir, ama o avantaja sahip değilse 'gazeteciyim' diyebilir ama sarı basın kartı yoktur. Olsun, köşe yazıyorsa muhabirse kameramansa fotoğraf çekiyorsa bu insan 'gazeteciyim' diyebilir ama işlediği iddia edilen suç gazetecilik mesleğiyle ilgili değil. O zaman bize ne tavsiye edersiniz? Yani 'gazeteciyim' diyen herkese, herhalde hiç aklımızı kaçırmadık, 'tamam kardeşim, sen ne yapıyorsan devam et' demiyoruz. Terör örgütü üyesi olmakla suçlanıyorsa terör örgütünün propagandasını yapıyor, taraftar topluyorsa, terör örgütüne doğrudan ya da dolaylı yardım yataklık yapıyorsa kanundaki suçlamalar bunlar, biz onu yargılıyoruz ve yaptığı eylem sabit olursa ceza veriyoruz" dedi.
TÜRKİYE'DE EYALETLER, DEMOKRATİK ÖZERKLİKLER FALAN FİLAN, BUNLARIN HİÇBİRİSİ ARTIK SUÇ DEĞİL
Başbakan Yardımcısı Arınç, "Bu konuda, gazetecilik mesleğine yönelmesi bakımından güzel birşey yaptık. Geçmişe ait kendimizi affettirmemiz lazım, ama bu işi çözdük. Terörle Mücadele Kanunu'nda propaganda suçu vardı. Yani o propaganda örgütünü övüyorsa, diyelim ki, hatta çok basit, 'Sayın Öcalan' diyorsa biz ceza veriyorduk. Ama bunun çok yanlış olduğunu anladık. Hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları, hem de kendi yargımız, övme suçundan dolayı doğrudan ceza veremezsiniz, övme yani propaganda suçu çok tabidir, yeter ki içinde şiddete yöneltecek cümleler olmasın, eylemler olmasın. Ayırmak belki birbirinden zor olacak ama hakim bunu ayırtedebilir. 'Sayın Öcalan' demek suç olmaktan çıktı, PKK'nın kendine ait bayrağını elinde taşımak, Öcalan'ın posterini taşımak suç olmaktan çıktı. Hatta Türkiye'nin sistemi böyle olmalıdır, Türkiye'de eyaletler, demokratik özerklikler falan filan, bunların hiçbirisi artık suç değil. Geçmişte bu suçlamalarla cezaevinde yatanların hepsi çıktı. Düşüncelerini ve fikirlerini açıklamaktan dolayı ve bunu basın yayın yoluyla yapmaktan dolayı kim varsa cezalarını erteledik. Artık bundan dolayı da dava açılmıyor. 'Bunu geç yaptınız' diyebilirsiniz. Geç yaptığımız için bizi eleştirin ama diğerlerini de görmezden gelmeyin. Gazeteciler gazetecilik mesleğini yapmaktan dolayı artık Türkiye'de kesinlikle suçlanmıyorlar. DGM'leri biz kaldırdık. Özel yetkili mahkemeleri yine 1 sene önce biz kaldırdık. Ancak Ceza Kanunu'muzda örgütlü suçlarla ilgili yargılama farklı bir şekilde yapılıyor. Terör tamamen sona erinceye kadar bu kanunun da yürürlüğe kalacağını söyleyebilirim. Bu çözüm sürecinde başarıya ulaşırsa Terörle Mücadele Kanunu'nu da kaldırabiliriz, artık ona da ihtiyaç kalmayabilir. Ama şu anda henüz bu noktada değiliz".
GEZİ EYLEMLERİ ACI VE ÜZÜCÜ BİR OLAYDI
Arınç, Gezi Parkı eylemlerine dair soru üzerine, Gezi olaylarının haziran başında meydana geldiğini hatırlatarak, o günlerde Başbakanlığa da vekalet ettiğini, olayları başından beri birkaç gün takip ettiğini söyledi. Arınç, "Protestocuların bir kısmıyla görüştüm. Yargı kararının uygulanması gerektiğini söyledim. Hatta yargı kararı lehte çıksa bile bu konuda bir plebisit yapılması gerektiğini ifade ettim. Bu olayların başında bulunan milletvekilini davet ettim, kendisinden olaylar hakkında bilgi aldım. O zaman da söylediğim için şimdi tekrarlamamda bir beis yok. Gezi olayları oraya bir AVM yapılacağı iddiasıyla mevcut ağaçlandırmanın veya yeşil alanın yok edilmesi tehlikesine karşı veya iddiasına karşı bir kısım duyarlı yurttaşlarımızın ortaya tepki koymasıydı. Orada belki ilk planda bir aşırı tedbir uygulandıysa polis tarafından veya emniyet güçleri tarafından, o duyarlı vatandaşlarımızın bir kısmının bundan zarar gördüğünü hissettim ve onlardan da özür diledim. Bunların hepsi kayıtlarda var. Bu ne kadar doğru ise bu söylediğim ne kadar haklı ise şu da doğrudur: Malesef ikinci günden itibaren, yani biz görüşmelerimizi yaptık, sükunet tavsiye ettik, buraya bir ağaçlandırmanın yok olmayacağını, burada elbette onların arzu etmediği istikamette hiçbir şeyin yapılmayacağını, taraflarla konuşarak belediyenin projelerini bile tadil edebileceğini söyledik. Bundan ilk başta eylem yapanlar etkilendiler ve olayları hemen hemen bitirme noktasına geldiler. Fakat bunu hisseden yasadışı örgütler birtakım eylemler yaparak, insana, mala, kamu malına zarar vermeye başladılar ve bu bir ideolojik, bir zarar verici eylem olarak Türkiye'nin bazı illerinde de yayıldı. O zaman bir güvenlik sorunu haline geldi. O zaman da polis aşırı güç mü kullandı, kullanmadı mı tartışmaları bir tarafa ama bu olaylarda kendilerini şiddet yoluyla ifade eden birtakım örgütler insanlara zarar verdiler. 4-5 vatandaşımız hayatını kaybetti, 10'dan daha fazlası yaralandı, kamu malına zarar verildi ve insanlar adeta sokağa çıkamaz hale geldiler birkaç gün içerisinde. O zaman her şey konuşuldu. Yani nasıl oldu bu işler, nereden başladı, nereye kadar gidecek, ben dahil belki, pek çok insanlar da bu konuda düşüncelerini ifade etmişlerdir ama acı ve üzücü bir olaydı, daha sonra yatıştı, şu anda da artık bu tür eylemler yapılamaz bir noktada çünkü şiddetin topluma, insana zarar verdiği herkes tarafından kabul edildi."
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili öğrenci yurtları konusundaki fikir ayrılıkları ve kendisinin bu konudaki açıklamalarıyla ilgili olarak, "Bu konuda ben samimi olarak bir TV kanalında talepte bulundum, o benim talebimi karşıladı, nasıl karşıladığı, ne yaptığımız bırakın bizde kalsın. Şu anda görevime devam ediyorum. Bu tür şeyler geçmişte yaşanmıştır, bundan sonra da yaşanabilir. Her konuda birbirimizin kopyası olacak bir çabanın içerisine hiçbir zaman girmeyiz, giremeyeceğiz" dedi.
BAŞBAKAN TALEBİMİ KARŞILADI
Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili öğrenci yurtları konusundaki fikir ayrılıkları belirtilerek son durumun sorulması ve 'hala bir burukluk var mı?' sorusu üzerine, "Çok özel bir soru, ben Başbakan ile geçmişte birlikte siyaset yaptım, bugün de bu siyasette devam ediyorum. Bu partiyi birlikte kurduk, birlikte başarıya götürdük. Zor günleri birlikte göğüsledik ve karşıladık. Bugün geldiğimiz noktada hepimizin sevinci ortaktır. Ancak siyaset yapma ve insanlarla ilişki kurma noktasında veya bazı olaylara farklı perspektiflerden bakma noktasında ayrılıklarımız her zaman olabilir. Bu insanın doğasında vardır. Bir insan biraz daha yumuşak olur, daha müsamahalı bakabilir, bir insan daha buyurgan olur veyahutta biraz daha otoriter olur. Bir insan biraz daha belki karşı tarafla empati yapmaya çalışır. Farkı farklı, yani insanın olduğu her yerde, parmak izlerimiz bile birbirinden farklı olduğuna göre, farklı yapıda, farklı davranışlarda, farklı konuşmalarda bulunabiliriz. Ama bu kaderde bir ayrılık anlamına gelmez. Mutlaka karşılıklı yine konuşarak çözebileceğimiz bir mesele olmanın ötesine geçmez. Tabii son yaşadığımız olayda, ben bir konuda hükümet sözcüsü olarak ifade ettiğim meselesi, Sayın Başbakan farklı bir şekilde ortaya koydu. Bu ikimizin arasında hoş olmayan bir durum meydana getirdi. Ben de kendisinden açıklama talep ettim. Yani bu bakan olmanın ötesinde benim birey olarak hakkımdır, benim de bir kişiliğim, onurum, toplum içinde saygınlığım, itibarım var, onun benden daha fazla var ama ben kendime bakıyorum. Yani benim söylediğim sözlerin doğru olması gerekir, insanlar böyle inanmalı. Bu konuda ben samimi olarak bir TV kanalında talepte bulundum, o benim talebimi karşıladı, nasıl karşıladığı, ne yaptığımız bırakın bizde kalsın. Şu anda görevime devam ediyorum. Bu tür şeyler geçmişte yaşanmıştır, bundan sonra da yaşanabilir. Her konuda birbirimizin kopyası olacak bir çabanın içerisine hiçbir zaman girmeyiz, giremeyeceğiz" dedi.