Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Japonya'da siyasi geleceğiyle ilgili bir soru üzerine, partisinin ‘3 dönem’ kuralını hatırlatarak, siyasetin sadece parlamentoda yapılmayacağı söyledi. Erdoğan, "‘Ölene kadar ben burada kalacağım’ mantığı, doğru bir mantık değildir. Diyorlar ki ‘Ama bu bir tecrübedir, bu tecrübe kaybolmasın.’ Tamam tecrübeyi siz farklı yerlerde yine aynen devam ettirin ama tecrübe kazanmanın da önünü tıkamayalım. Bırakın arkadan gelen nesiller de tecrübe kazansın" dedi.
Başbakan Erdoğan, üç ülkeyi kapsayan Uzak Doğu seyahatinin ilk durağı Japonya’nın başkenti Tokyo’da bugün resmi temaslarına başladı. İlk olarak Devlet Konukevi olarak kullanılan Asaka Sarayı’nda Japonya Başbakanı Shinzo Abe tarafından resmi törenle karşılandı.
OTURACAĞI YER TERSİNE GELDİ
Erdoğan, buradaki resmi törenin ardından Japon Başbakanı Abe tarafından uğurlanırken, Japonya’da araçların İngiliz tarzı şoförün sağ tarafta olduğu şekilde kullanıldığı için ters tarafa oturmaya kalktı. Erdoğan, kendisine tahsis edilen makam aracının sağ koltuğuna yönelerek içeriye girdi, bu sırada eşi Emine Erdoğan’ın çantasını oturacağı yerde görerek çantayı aldı ve eşinin korumasına verdi. Erdoğan’ı Japon yetkililer uyararak sol tarafa yönlendirdi.
Başbakan Erdoğan daha sonra ülkenin önde gelen gazetelerinden Nikkei’nin genel merkezine geçerek bir konuşma yaptı. Konuşmasının bitiminde Nikkei çalışanlarının sorularını cevaplayan Erdoğan’a yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olup olmayacağı ile, “Türkiye’nin 2023 vizyonu için nasıl bir liderlik öngörüyorsunuz? Bundan sonraki politik liderliğinizi nasıl devam ettirmeyi planlıyorsunuz?” sorusu soruldu. Başbakan Erdoğan partisinin ‘3 dönem’ kuralını anlattı. Sözlerine başlarken önce, “Zor bir soru” diyen Başbakan Erdoğan, AK Parti tüzüğündeki prensipten söz ettikten sonra, “Bu benim 3'üncü dönemim. Bir çok arkadaşımın da durumu bu. Dolayısıyla bizim milletvekilliğindeki sürecimiz bu karara göre bitiyor” dedi. Siyasetin sadece parlamentoda yapılmayacağı görüşünü yineleyen Erdoğan, “Ölene kadar ben burada kalacağım mantığı, doğru bir mantık değildir. Diyorlar ki ‘Ama bu bir tecrübedir, bu tecrübe kaybolmasın.’ Tamam tecrübeyi siz farklı yerlerde yine aynen devam ettirin ama tecrübe kazanmanın da önünü tıkamayalım. Bırakın arkadan gelen nesiller de tecrübe kazansın. O da nasıl kazanacak, bu çalışmaların içerisine girerek kazanacak” dedi.
Konuşmasına başlarken Japonya’yı en son 2003 yılında ziyaret ettiğini hatırlatan Başbakan Erdoğan, aradan geçen 10 yılda Türkiye’nin başta ekonomi olmak üzere geçirdiği evreleri ve geldiği noktaları anlattı. “Ekonomi kadar demokratikleşme alanında attığımız adımlar da Türkiye’yi farklı bir boyuta taşıdı” diye konuştu. Dış politikada da ‘küresel vicdan ve adalet’ ilkelerine göre hareket ettiğini belirtti.
İki ülke arasındaki dostluk ilişkilerine vurgu yaparken de Japon firmaları ve mühendislerinin Türkiye’de imza attığı dev yatırımlardan söz etti. Özellikle Van depreminde Japonların yardımlarını hatırlatan ve bir kez daha teşekkür eden Erdoğan, “Depremde arama kurtarma çalışmaları sırasında hayatını kaybeden Japon dostumuz Miyazaki’yi anavatanında tekrar minnetle yadediyorum” dedi.
TERÖRÜN DİNİ OLMAZ, KARŞISINDAYIZ
Konuşmasında uluslararası terör meselesine özellikle vurgu yapmak istediğini dile getiren Erdoğan, şunları söyledi:
“Türkiye çok uzun yıllardır terör sorunuyla meşgul olmuştur. Terörün dini yoktur, milleti yoktur. Terör her şeyden önce katliamlarla beslenen bir anlayışın ta kendisidir. Ülkemizin maruz kaldığı terör sorunu içeriden ziyade dışarıdan ülkemize yöneldi. Yani uluslararası bir boyuta sahipti. Şu anda da halen böyle. Terör örgütü komşu bir ülkede, Irak’ta, oradaki güvensizlik ve istikrarsızlık ortamından istifade etmiştir. Ne yazık ki Batılı dostlar da buna çanak tuttular. Bunu da çok açık bir şekilde ifade etmek isterim. Üzülerek ifade ediyorum; terör örgütü bir çok başka ülkeden de destek gördü, müsamaha gördü. Kendisine en geniş faaliyet zeminleri elde etti. Defalarca uyarmamıza rağmen, belgeleriyle ispat etmemize rağmen maalesef ülkemize yönelik teröre karşı uluslararası alanda tatmin edici bir tepki göremedik. Terör şu anda dünyamızın en önemli ve en acil çözüm bekleyen sorunlarından bir tanesidir.”
Başbakan Erdoğan, artık dünyada devlet terörünün de hakim olduğunu savundu. Örnek olarak da Suriye’yi gösterdi. “Adeta bir soykırım olarak devam eden, 130 bin insanın öldürüldüğü Suriye’ye artık dünyanın bu kadar duyarsız kalmasını anlamak mümkün değildir” diyerek tepkisini dile getirdi. Türkiye’de 700 bin Suriyeli sığınmacı olduğundan bahsederken, “BM’nin dahi gerekli desteği vermediğini açıkça ifade ediyorum” eleştirisini yöneltti.
“Benim teröristim iyidir, senin teröristin kötüdür’ şeklindeki bir anlayışı asla kabul etmiyoruz” diyen Erdoğan, şöyle devam etti:
“Terörü küresel bir tehdit haline getiren, esasında işte böyle bir aymazlıktır. Terörün, terör örgütlerinin başındaki sıfatların hiçbir anlamı yoktur. Terörün başına bir dinin, mezhebin, etnik kökenin isminin getirilmesi farklı boyut kazandırmaz. Esasında özellikle inançların terör kavramıyla yan yana getirilmesi su ile ateşin kucaklaşması kadar imkansızdır. Terör bir insanlık suçudur. İnsana, insan hayatına kasteden her girişim kötüdür. Bunun hiçbir şekilde istisnası yoktur. İslami terör diye, Hıristiyanı terör diye, Budist terör, Musevi terör diye bir şey olmaz. Zira bütün bu dinler insan hayatını kutsal görür. Biz Türkiye olarak, teröre karşı mücadele vermeye, gerekli uluslar arası duyarlılığa çağrı yapmaya devam edeceğiz. Sermaye küreselleşirken, dünya küresel bir köye dönüşürken terörle mücadele de mutlaka küreselleşmelidir.”
CARİ AÇIK 3-5 YILA KADAR BİTER
Konuşmanın ardından soru cevap bölümüne geçildi. Türkiye’nin cari açığına ilişkin bir soruyu cevaplayan Erdoğan, bu açığın doğalgaz ve petrolde dışa bağımlılıktan kaynaklandığını dile getirdi. Açığı hidroelektrik santraller, termik santraller, rüzgar enerjisiyle kapatmaya çalıştıklarını belirterek, “Öyle zannediyorum ki 3-5 yıl içerisinde Türkiye’de cari açık tamamıyla Türkiye için tehlike olmaktan çıkacaktır. Şu ana kadar da ekonomik krizlere rağmen bizi ciddi manada tehdit edememiştir” değerlendirmesini yaptı. AB ÜYELİK HEDEFİ
Başbakan Erdoğan’a, “Türkiye için AB üyelik hedefini sürdürmenin ne gibi bir anlamı var? Türkiye’nin AB üyeliğinin önündeki engeller nelerdir?” sorusu yöneltildi. Erdoğan önce, “Derdimizi deşiyorsun” diye karşılık verdi. Ardından da şunları ekledi:
“AB üyesi ülkeler de bizi anlayamadığı için aslında çok dertliyiz. AB, Türkiye’ye karşı ikircikli bir tavır içerisinde. Hiçbir ülkeye böyle bir oyalama taktiği uygulamadılar. Bu Türkiye’den değil AB’den kaynaklanıyor. AB üyesi 28 ülke içinde Türkiye’nin standartlarını yakalayamamış bir çok ülke var. Diyebilirim ki yarısı. Biz niye alınmadığımızın farkındayız, bunu biliyoruz ama dillendirmek istemiyoruz. Biz kendilerine şunu söyledik; ‘Almayacaksanız açıklayın.’ Fakat onlar bizim böyle bir karar vermemizi bekliyorlar. Bu da bizim işimize gelmiyor. Bu kararı siz verin diyoruz. Bunun için de sabırla süreci zorluyoruz. Bu ay sonunda Avrupa Birliği’ne bir ziyaretimiz olacak. Kendileriyle ayrı ayrı görüşmelerimiz olacak.”
UMARIZ CENEVRE 2’DE AYNI HATALAR OLMAZ
“Türkiye bölgesel bir güç olma yolunda ilerliyor. Suriye’deki krizin aşılması için nasıl bir politika izleyeceksiniz?” sorusuna ise Erdoğan, şöyle cevap verdi: “Türkiye’nin bölgesel veya küresel bir güç olma gibi bir hedefi yoktur. Türkiye sadece üzerine düşen görevi yapmak suretiyle gerek bölgede gerekse uluslararası camiada bir yere oturtuluyor. Diğeri hırs olarak tanımlanır ki hırs her zaman tehlikelidir. Bizim böyle bir hırsımız yok. Cenevre 1 de belli hatalar oldu. Temenni ederiz ki Cenevre 2’de bu hatalar olmaz, oradan başarılı bir netice alınır ve Suriye’de Beşşar’sız bir dönemin başlaması için bir adım atılır. Eğer 130 bin insanın katili durumunda olan bir insanın başında olduğu bir Suriye düşünülecek olursa, bu süreç bitmez, aynen devam eder. Eğer demokrasi diyorsak, demokrasiye inanıyorsak, demokrasiyi egemen kılacaksak atılması gereken adım halkın milli iradesine saygı duymaktır. Halkın milli iradesine değil de dünyadaki egemen güçlerin tayin ettiği istikamette bir karar almaya ‘evet’ diyeceksek o zaman kimse kalkıp da lütfen bir lüks içinde ‘ben de demokratım’ demesin. Ya totalitersin ya otokratiksin ve gizli demokratsın. Ve samimi olmamız lazım, siyaseti samimiyet düzleminde götürmemiz lazım. Eğer böyle götürürsek inanıyorum ki o zaman Ortadoğu da kendisi için aydınlık yarınları görecektir, Kuzey Afrika da. Ama kimse petrolün hesabını yapmasın. Eğer petrolün hesabını yapacak olursak o zaman biz oralara iyi niyet elçisi olarak gidemeyiz. Onların bağımsızlık mücadelesine yardımcı olmak gibi bir anlayışı da taşıyamayız.”