AVNOCA
Muğla’ya ilk geldiğim yıllarda tanımıştım onu. Otuz yıl olmuş.
Hani ilkokul yıllarında hepimizin bildiği bir örnek vardır: “Büyük bir geminin uzaktan önce neresi görünür” diye.
Avni Hoca’ nın da önce ismini duymuştum sosyal mahfillerde. Sonra özel bir dershanede çalışırken daha sık görüşür olmuştuk. Muğla’da içinde Türk Milliyetçiliği geçen hiçbir konuya yabancı değildi.
Onunla her şeyi, sadece hayata değil, ahirete ilişkin de her şeyi konuşur, sorabilirdiniz ve hiç sıkılmadan saatlerce dinleyebilirdiniz.
Geçtiğimiz Şubat ayının 25’inde Denizli’de bir kitap etkinliği vardı ve Muğla’dan arkadaşlarla gidecektik. Hani sağlığı az da olsa iyiyse ziyaret de etmek istemiştik. Telefonumuza zor da olsa cevap verdi. Zor bir süreçten geçiyordu. “Ben de özledim. Dönüşe az kaldı diyorlar şu sıra habire de, bakalım nereye olcek bu dönüş?”
Hep yanımıza olsun istemiştik dönüşünün. Akyol Parkına olsun, Kızıldağ’a olsun, Patlengeç’e olsun istemiş, dualar etmiştik ama demek ki bizden çok isteyeni varmış.
Hüzünle şu satırları yazarken sosyal medya sayfasına göz gezdirdim. Kendine has son paylaşımını bu yılın ikinci günü yapmıştı. “Aldatmakla avutmak arasında soğan zarı kadar uzaklık vardır. O arada yalan biter, samimiyet ve vicdan başlar. Tarih boyu, kendisini de aldatabilen birisinin Göbels misalinde olduğu gibi koca bir toplumu uzun yıllar aldatabildiği görülmüştür. Hatta Rus ordusu Berlin'e girdiği zaman bile hala zaferin yakın olduğunu zanneden Almanların var olduğu söylenir. Neyse...bizim üstünde duracağımız esas konu avutmaktır. İşte bu zordur. Hele insanın kendini avutması...Yaşanmışlık ile ilgili olanı belki bir nebze. Ama yaşanması muhtemel olanla ilgili şüphe ve endişelerin baskılanıp rahatlanması? O zorun zoru. Zaten kolay olaydı, kendi başına başaramadığın avunma için destek almaya gittiğin psikolog işi bir oturumda çözerdi. Öğüt verme ile olacak olsaydı yakınların bu kadar çırpınmazdı. Yani kendini avutmanın okus pokusu, falcısı, cincisi yoktur. Ne kaldı geriye?Sabır...zaman...olmadı boşvermişlik ve kabullenme. Ya da, bizim oraların teselli ağzıyla. -Dert etme canına yandığım. Olcek şey sene mi sorcek. Olcekse olcek. Şöyle bir alafurla gel bakem, balkona doğru...Eyi madem! AVNOCA.
Sevenlerinden çokça yorum alan en son tarihli paylaşımı ise 4 Mart 2024. Saat 14.49 tarihli. “Bu günlerde zordayım. Cevaplara mecalim yok. Özür dilerim. Selamlar.”
Kendisini Muğla’da en son birlikte görüp evinden alarak Kızıldağ’a çıkarıp birlikte çay içip, sohbet ettiğimiz İsmail Zorba hocamın da hocaların hocası Avni Hoca ile ilgili yazdıkları duygu dolu.
İzninizle bu sayfayı bugün bu satırlara bırakmak istiyorum.
MUĞLA’NIN HOCASI AVNİ BUĞDAY HOCAMIZA SAYGIYLA..
Bu yazıyı kaleme alırken gözyaşlarım da eşlik ediyor.
Muğla’nın öğretmeni, güzel gönül insanı sevgili “Avnocamızı” Avni Buğday hocamızın bu dünyaya veda ettiğini öğreniyorum.
İçimden bir şeyler kopup gidiyor. Hüzzam bestesi eşlik ediyor duygularıma.
Her birimiz için bir âlimin kaybı bir alemin kaybı aslında. Onunla kendine geldiğimiz face’de yaptığı Avnoca paylaşımları aklıma geliyor. Ve Akyol Park’taki buluşmalarımız… Her ne vakit parkın önünden geçsem onu görmek ruhumu şenlendirir, bana huzur verirdi. Onun sohbetlerinin nezaketi, zarafeti ve mizahla süslenmiş son derece zekice işlenmiş ifadeleri. Hakikatten ayrılmayan güzel insan.
Daha yazacak o kadar çok şey var ki.. Son zamanları evladının yanında tedaviyle geçti. Son paylaşımı Mart başında yapmıştı. Dualarımızla hep yanındaydık. Son görüşmemizde bile bizi güldürmüştü. Rabbim rahmetiyle muamele eylesin. Biliyorum, Muğla’dan Türkiye’ye açılan nice gönüllerde Avni Buğday ismi güzellikler derecektir.
Buraya daha önce Hamle’de onunla ilgili paylaştığım bir yazıyı ekliyorum.
İLERLEYELİM BEYLER!..
Belediye otobüsü gibi hayat. İlerleyelim, beyler, ilerleyelim beyler!.
Sonra…?
Avni Buğday, Muğla’mızın mümtaz şahsiyetlerinden biri. Emekli tarih öğretmeni. Benim eğitim yıllarımda adını hiç duymamıştım ama benden yaşça küçük kardeşlerimin dilinde efsane olmuş öğretmenlerimizden biri. Kendisiyle ayaküstü birkaç kere sohbet etmişliğim olmasının yanı sıra Akyol Cami’de Cuma namazlarında selamlaştığımız da oluyor. Uzaktan ilk kez gören bir insana göre ilk intibaım bakışlarındaki zekâ ve pırıltı ile çehresindeki manidar bir gülümsemenin paylaşımı bir aydınlık ile tarif edebilirim.
Hocamın benim üzerinde bıraktığı asıl güzellik ise bir sosyal iletişim ağında günü birlik paylaşımları diyebilirim. Hatta bir karşılaşmamızda sormuştum, “niye gazetelerde yazmıyorsunuz?” diye..
Cevabı “yazmak bizim işimiz değil” tabirinden hafif bir havale ile geçiştirmekten ibaret oldu.
İlerleyelim Beyler!..
Avni Hocamın daha önce bir yerlerde yazıp yazmadığını bilmiyorum. Ama kesinlikle yazmalı. Münevverlerin topluma bir katre hesaba dâhil olsa da yazma dahil varlıklarındaki cevherleri paylaşma sorumlulukları devam ediyor. Etmeli de..
Istırap çekmeyen insan bir şey üretebilir mi?
Tamamlanabilir mi? Üslubundaki akıcılıkla, mizahi dokundurmalarıyla, her paylaşımında bir eğitimcinin hissesine düşen paydan bir şeyler paylaşma gayretiyle ve de en önemlisi insanı saran dokundurmalarıyla günümüz gençlerinin, insanımızın bu değerli öğretmenimizden alacağı çok şey var.
İlerleyelim Beyler!..
Avni Hocam sosyal iletişim ağlarında “Avnoca” mahlası ile yazılarını, mısralarını paylaşıyor. Okudukça zaman içerisinde bu kadar lezzetli paylaşımların tiryakisi oluyorsunuz. Bu tiryakilik neye mi benziyor? Televizyon yayınlarından sıkılıp radyo dinlemeye yöneldiğinizde ruhunuza yansıyan huzur gibi. Hayatımızdaki anlamsız debdebelerden, çıkmaz yollara girdiğimiz çelişkilerden ve de bizi istila eden tüm umutsuzlukların kaynağından çıkıp bir bardak çay eşliğinde günbatımı Akyaka’da yaşayacağınız mutluluğa bedel. Nasıl olsa sayın hocamdan iznimizi aldık. O güzel yazılarından birkaçını paylaşmak istiyorum. İşte ilki…
İlerleyelim Beyler!..
“İslâmı köyümüzdeki mahallemizdeki imamdan, müezzinden, dedelerimizden, ninelerimizden öğrendiğimiz devirde belki ibadette eksiğimiz, kusurumuz vardı ama itikadımız ve imanımız tamdı. Sarhoşlarımız bile kutsala lâf söyletmezdi. Ne zaman ki herkes ulema kesildi, şıhı, şeyhi, yazarı, çizeri, siyasetçisi, fetöcüsü, işitçisi din öğretmeye kalkıştı, işler karıştı. Şekil düzeldi, görüntü iyileşti ama içi boşaldı. Namazında niyazında diye hürmet edilen yaşlılara bile şüpheyle bakılır oldu. Yaşını başını almış biz emsaller yolda belde çocukları okşayarak sever, cebinden bir kâğıtlı şeker çıkarıp ikram ederdi. Çocuk da elini öper koşarak giderdi. Şimdi, ben dahi torunlara tembih ediyorum. Yaşına başına bakma yabancıya yaklaşma gibisinden. Yanlış gidiyor bu işler yanlış...” Anı güzelleştiren, muştulayan paylaşımlardan biri. Ne kadar da doğru dedirtiyor, değil mi?. Değerlerimiz diyoruz. Bir insanın hayatındaki en değerli varlıklar kimlerdir? Anneler, babalar, çocuklar yani ailemiz. Onlarla paylaştığımız sevgi bizi hayata karşı güçlü kılar. Bu güç aileden topluma ahlakla, edeple, vicdanla, sevgiyle, adaletle, irfanla taşınır. Bu yapı toplumların dinamiğidir, gerçek gücüdür. Yaşlılarımızı gözümüzden esirgedik, çocuklarımızdan uzaklaştık, yapayalnız kaldık. Bakın hocamın değinmelerine her şeye rağmen bu dinamiği koruyabilseydik; en azından sevgimizi, manevi bağlarımızı, ahlakımızı koruyabilseydik insan insana aşina kalırdı, uzaklaşmazdı. Hocamın sadece bir paylaşımı bile ufkumuzda ne kadar geniş dalgalanmalar yaratıyor? Bir paylaşım daha hocamızdan. “Hep hayranlık duymuşumdur, bir şey olmaz sakinliğine. Bizde o mod eksik. Telaşe müdürü derdi büyüklerim. Öteki müdürlükler bitti ama telaş müdürlüğü kaldı uhdemizde. Sabahtan beri fırtına var. Tam karşımda, sokakta komşulardan birinin motoru. Üstünde muşamba örtü. Bir esiyor. Örtü havada. Bende telaş. -Gitti, gitti, gitti. Uçtu komşunun muşambası... ... Oh, neyse, uçmadı. Hadi bir daha..Hadi bir daha...Film çekiminde sahne tekrarı gibi. Baktım şimdi, halâ yerinde. Komşunun umurunda değil anlaşılan. Bir şey olmaz modunda. Üstüme vazife imişçesinde telaşı bende. Stres sonradan duyulan lâf. Yürek oynağı denirdi köyde. Ya gidip adam gibi bağlayıverecektim. Ya da yürek oynağı olmayacaktım. Üşengeçlikten ikinciyi tercih ettim. Bizim bu yörenin özendiğim tesellisi, “de len ne oluyoru bu” İstifa ettim müdürlükten. Kaykıldım divana. Uçarsa uçsun muşamba.”
Bir zamanlar Salâh Birsel de böyle bir tiryakilik bırakmıştı üzerimde.
Başka söze ne hacet!.
Avni Hocam, istirham ediyorum sizden lütfen yazılarınız sosyal iletişim ağlarında kalmasın. Gazetelerimizde köşeleri tutsun, hatta kitap olarak belleklerimizde gelecek nesillere bırakacağınız mektuplar olsun.
İlerleyelim Beyler!..
İsmail ZORBA
Ruhun şad, mekânın cennet olsun güzel insan!
Erdal ÇİL
[email protected]