Yıllardır 20-25 yaş aralığında üniversite öğrencilerimle beraberim. Her şehir, her kültür, her inanç, her sosyo-ekonomik seviye tek bir sınıfta toplanırız. Ülkemin her renklerini gördüm. Kız öğrencilerim gün geldi bana inandılar, güvendiler ve özel hayatlarında yaşadıklarını paylaştılar benimle, gün oldu anlatırken ağladılar ya da ‘’Neden, hocam?’’ diye sordular, hepsi bende kaldı.
Keşke dilim lal olmasaydı, izinleri olsaydı, yazarak yaşananları anlatabilseydim. Onların haykıramadıklarını, bir şeyler değişsin diye ben kelimelerle bağırabilseydim. Onlar yaşadıkları ile utanmasalar, bizler yargılamaktan utansaydık!
Ama şunu çok iyi biliyorum ki; en modern, aydın kesim diye adlandırılan ailelerin kız çocukları da cinsel taciz mağduru, en muhafazakar, radikal kesimde yetişen genç kızlarımız da taciz mağduru.
Tacizin en ağırı olmaz tabii, hiçbiri hafif değildir ki! Ancak en akıl almazı nerede yaşanıyor biliyor musunuz? Ailede!!
Anne çaresiz, suskun, konuşamıyor! Genç kız perişan, psikolojik tedavi alıyor! Dile getirilemeyen isyanlar ile son bulan hayatlar, intiharlar! Asla nedeni açıklanamıyor. Aslında intihar değil, Özgecan vahşetinin aynısı!
Yani; görünen buzdağının altı çok karanlık, sanıldığından da karmaşık sarmal.
Nezaman ki namus ve cinsellik kavramlarına bakış açımız değişir, nezaman ki konuşan dinlenir, ne zaman ki kadını etiketlemek, yaftalamak olmaz, işte ozaman kadınımızın kaderi değişir bu ülkede…
Bu değişim için de ailede eğitim, okulda eğitim, zihniyette eğitim şart.
Aksi takdirde hala kadının adı yok, tacizin vahşeti çok olmaya devam edecek…