Hiçbir halde ve şartta bundan vazgeçmeyecekler. Bir ara bocalar gibi oldular. Bütün dünyayı sardı bizde neden yok diye karınları ağrırken, virüsün geldiği açıklanınca rahatladılar.
Sayı arttıkça malzeme de çoğalıyor, ellerini ovuşturuyorlar. “Ne kadar cennet hayali varsa oradadır” sandıkları Batı başta olmak üzere dünyanın tamamı; yüzyılda bir karşılaşılabileceği söylenen bir belayla baş edebilmenin yolllarını ararken, bizim mankurtlar “ülkemizi nasıl aşağılayabiliriz”derdinde.
Biyolojik bir savaşla mı karşı karşıyayız? Yeni bir dünya düzeni mi kuruluyor? İnsanlığın akıbeti ne olacak? Tedavisi, aşısı bulunacak mı bu virüsün? Aklı başında herkes bunları merak ediyor.
Bizimkiler memleketteki cami sayısıyla, Diyanetin bütçesiyle meşgul. Buluştukları sanal mecralardaki sayılarına bakarak çoğunlukta olduklarını sanıyorlar. Oysa aslında çok azlar.
Geleneksel medyadaki idollerinin, yani kırk yıldır aynı yazıları yazarak para kazanan meşhur köşe yazarlarının rehberliğinde “Toplumun bir kesiminin manevi değerlerini alenen aşağılayarak” ilerici ve aydın olduklarını zannediyorlar.
Zihin dünyaları kırk senede kırk milim gelişmemiş, kendilerinden olmayanlara duydukları kini saklayamayan adamlar oturdukları yerden, aklın bilimin üstünlüğünden dem vuruyor. Dua kelimesini duyunca tüyleri diken diken oluyor.
Pozitivizmin babaları bunları görse “Bu kadar da değil” derdi. O haldeler. Neyse ki çok değiller. Mide bulandırıyorlar sinek gibi ama o kadar.
“Zaman fasit daire ilk ve son nokta nerede
Bazı geriden gelen yüzbin devir ileride.”