Vallahi artık kelime hazinesinden, anlatım gücünden, imlâ hatasından ve cümle yapısından geçtim!... Zaten artık oralarda kaybettik!... Köklü bir zihniyet değişimi olmadıkça, medyanın bu seviyesiz, niteliksiz dilinden kurtulamayacağız.
Hadi bunlardan vaz geçtik... En basit bir şey olan telaffuzda da mı insan bataklığa saplanır ya?... Tek bir kelime bu yaa!... Onu da mı doğru dürüst telaffuz etmekten acizsin?... Acizsen televizyonlara çıkıp ahkâm kesme abi!...
Uzaktan kumanda üşengeci olan bendeniz, geçenlerde istemeyerek de olsa bir televizyon programını seyretmek mecburiyetinde kaldım...Tabii seyretmedim de, bir taraftan birşeyler yazarken, öbür taraftan televizyonda konuşulanlara kulak misafiri oldum.
Her Ramazan’da belli saatlerde ekranları mescide çeviren kanallarımızdan birinde, program sunucusu kızcağız, “Bulunduğumuz yerin adı da ‘hamuşan’ zaten” deyince dikkat kesildim. (Meğer program çekimi Galata Mevlevihanesi’nde yapılıyomuş ve arkalarında kabristan var. Mevlevilikte kabristana, “susmuşların veya suskunların yattığı yer” anlamında, “hâmûşân” denir.)
Kızcağız kelimeyi, yazıldığı gibi okuyordu ve bu da fakirin kulağını tırmalıyordu elbette. Doğrusu “hâmûşân” olması gereken kelime, hiç uzun ünlü olmadan “hamuşan” diye telaffuz ediliyordu.
Hemen arkasından “hamuş” demesinler mi?
Bu defa hem sunucu, hem de “çok satan tasavvuf kitapları müellifi”, durup durup “hamuş” diyordu. Onlar her “hamuş” dediklerinde muzip aklıma “havuç” geliyordu. Çünkü o kelimeyi “havuç” der gibi telaffuz ediyorlar, beni de hem gülmekten öldürüyorlar, hem de çılgına çeviriyorlardı.
Hadi sunucu kızcağızı geçelim; o daha bu işlere yeni soyundu ama bilader, hem “tasavvuf yazarı” olacaksın; hem Mevlana ve Mevlevilikle ilgili romanlar yazacaksın; üstelik bir de ilahiyat mezunu olacaksın ama gene de “hâmûş” kelimesini “havuç” vezninde “hamuş” diye okuyacaksın... Olur bu yani?!... Herkes yapsa bile bu hatayı, sen yapmıyceksin abi!
Hadi piyasaya yeni çıkan yazarları, sunucuları anladık da, yılların “mutasavvıfe”si ve saygı duyduğum bir şahsiyetten “nâkibül-eşraf” şeklinde telaffuzu duyunca, hatayı kendim yapmış gibi üzüldüm. “Nakîb” (yani a değil, i uzun) şeklinde telaffuz edilmesi gereken kelime, saygı duyduğum birinin dilinden yanlış bir şekilde dökülünce, üzülmemek elde değil.
Bizim televizyonlarmızda oluyor böyle şeyler...
Kadıncağız öldü gitti, Bînazîr Butto’nun adını doğru telaffuz etmeyi bir türlü öğrenemedik. Kadıncağıza hep ya “Benazir” veya “Benâzir” dedik... Doğrusunun “Bînazîr” olduğunu farketmedik bile.
Berdan Mardinî’nin soy adını İtalyanca “martini” gibi telaffuz edeni mi ararsın; “mâşeri vicdan”daki “mâşeri”yi Fransızca “ma cherie” şeklinde okuyanı mı ararsın; “Re’sül-ayın”ı, Kadir İnanır dublajıyla “Rasu laaaynnn!..” diye söyleyeni mi?...
Arapça “sâkî” kelimesini, Japonca vurgu ve teleffuzla “saki” diye; “filhakîka”yı, Rumca telaffuzla “filâkika” diye telaffuz eden öğrencilerimizi gördükten sonra, medya mensuplarını nasıl suçlayacağız arkadaş?!...
Yok abi!... Doğuya ait kelimeleri bir türlü doğru telaffuz edemeyeceğiz anlaşılan.