Tevazu göstermeye ve “Ben demiştim…” diyenlerin haklı çıkması karşısında, haksız çıkan goygoycu dalkavukların borazancılıklarına takılmaya da lüzûm yok…
Kaç yazımda yazdım hatırlamıyorum…
Terörün alt edilmesi için iktidarların olduğu kadar muhalefetin de millî olması şarttır. En son 10 Eylül günü yazmışım bunu.
Feryat edercesine, siyasî partilerin muhalefet ederken millî duruş sergilemelerini ve millî direncin oluşmasına katkıda bulunmaları gerektiğini söylemişim.
Buradaki “millî olma”, bu toplumun yüzyıllardır geliştirip biriktirdiği ve yazılı olmayan kolektif bilincidir. Başka milletlere benzemeyen, başka ülkelerde örneği bulunmayan ama insanlık sofrasını zenginleştiren bir varoluştur bu “millî olma”.
Bu basit bir “national” demek değildir İngilizce’de. Bu “national”den de derin ve “national” olmanın asla fark edemediği kolektif bilinçtir. Ve bu bilincin oluşması, etnisiteye değil, birlikte yaşamaya, birlikte inanmaya, birlikte düşünmeye ve birlikte duygulanmaya dayanır. Tam karşılamasa da buna “özgüncülük” demek mümkündür; “özgün olmak”…
Yani başkasına benzememek ama başkasını da zenginleştirmek. Buna “yerli olmak” da denebilir ve ben “yerli olmak” konusunu yıllar önce bir aydın inisiyatifi olan “Menteşe Grubu”muzun tanıtım bildirisini yazarken bilinçli ve manifestik bir şekilde ifade etmiştim.
Yakın zamanlarda, (2011 ve 2015 seçimleri) seçimlerden önce milletvekili adayı olanlarla ilgili olarak yazdığım yazılarda, her partide “millî duruş” sergileyebilecek milletvekillerinin olması durumunda, Türk siyasetinin daha nitelikli ve daha üretken olacağını söylemiştim. Yani, siyasî meşrep farklı da olsa, ülke çıkarları olduğu zaman, yüzyılların beslediği o “millî duruş”u sergileyebilecek bir meclisten söz etmiştim.
Sayın Cumhurbaşkanımızın 20 Eylül günü Yenikapı mitinginde sözünü ettiği “550 millî ve yerli milletvekili” ifadesi ile sanki yazdıklarımdaki fikri yansıtmıştır. Gerçekten de Türkiye’nin temel meselesi terör değildir. Terör, millî bünyedeki zaaftan faydalanarak içimize sokulmuş bir fitnedir. Geçen yazımızda da dediğimiz gibi her terör saldırısından sonra, gayr-ı millî muhalefet, var gücüyle iktidara yüklendiği için, teröristler karşıda el ovuşturuyorlar.
1984- 2002 arası iktidara gelen bütün partilerde ve muhalefette olanlarda bir millî duruş vardı. Her terör saldırısından sonra iktidara bir de onlar saldırmazdı. Şimdi devir değişti; kısır muhalefet, teröristler saldırsa da biz de saldırılar üzerinden iktidara saldırsak diye bekliyorlar. Sayın Cumhurbaşkanımızın talebi, böyle bir açmazın aşılması olarak anlaşılmalıdır; etnik köken olarak değil.
11 Mayıs’ta yayınlanan yazımı bitirirken, seçimlerden sonra PKK’nın ne yapacağı konusunda yazdığım yazımda, “Ak Parti, PKK’nın bu güne kadar kazandığı statünün farkında olmaz ve 7 Haziran’dan sonra, ‘açılım ve çözüm süreci’ toleransıyla oluşan ‘mağdurun şımarıklığı’nın hesabını soramazsa, bedelini ağır öder.” demiş; 7 Haziran’dan sonra PKK’nın yapacağı şımarıklığa işaret etmiştim. Şimdi o şımarıklığı yaşıyoruz.
14 Eylül günü, yazımı bitirirken de “seçime kadar PKK terörünü çökerten, tarihe geçer; çökertemeyenler, sandığa ve tarihe gömülür” demiştim. 1 Kasım seçiminden sonra haklı çıkmamak için şimdiden söylüyorum…
Ak Parti için 1 Kasım’dan başarı ile çıkmanın yolu, terörün belini kırmaktan geçer. Şayet bu olmazsa, Ak Parti içinde yol ayırımına hazır olun derim. İnşallah 2 Kasım günü “Ben demiştim.” demeyecek bir durumla karşılaşırız.